408 - Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim Kitabullah
hakkında şehsî re'yi ile söz ederse, isâbet bile etse hatâdadır.
Ebu Dâvud, İlm, 5 (3652);Tirmizî, Tefsir 1, (2953).
Rezîn şu ilâvede bulunmuştur: "Kim re'yi ile söz eder de
hata ederse küfre düşer."
409 - İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim Kur'ân hakkında
ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın."
Tirmizî, Tefsir 1, (2951).
410 - Yine Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Benim
hakkımda da bildiğiniz dışında sözden kaçının. Kim bana bile
bile yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın. Kim de Kur'ân
hakkında re'yi ile söz ederse ateşteki yerini hazırlasın."
Tirmizi, Tefsir 1, (2952).
KUR'ÂN'IN FAZİLETİNE DAİR
411 - Hâris el-A'ver anlatıyor: "Mescide uğramıştım,
gördüm ki halk, zikri terkedip malâyanî konulara dalmış,
konuşuyor. Hz. Ali (radıyallahu anh)'ye çıkıp durumdan haberdâr
ettim. Bana:
-"Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?" dedi,
Ben:
-"Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle
söylediğini işittim:
-"Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!" Ben hemen sordum:
-"Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah'ın Resûlü?"
Buyurdu ki:
-"Allah'ın Kitabı (na uymak)dır. O'nda sizden önceki
(milletlerin ahvâliyle ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar)
gelecek fitneler ve kıyâmet ahvâli ile ilgili haberler mevcut.
Ayrıca sizin aranızda (iman-küfür, taat-isyân, haram-helâl vs.
nevinden) cereyân edecek ahvâlin de hükmü var. O, hak ile batılı
ayırdeden ölçüdür. O'nda herşey ciddîdir, gâyesiz bir kelâm
yoktur. Kim akılsızlık edip, O'na inanmaz ve O'nunla amel etmezse,
Allah onu helâk eder. Kim O'nun dışında hidâyet ararsa Allah onu
saptırır. O Allah'ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O
dosdoğru yoldur. O, kendine uyan hevaları koymaktan, kendisini
(kıraat eden) delilleri iltibastan korur. Alimler ona doyamazlar.
Onun çokca tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı
hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle
bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten
kendilerini alamadılar: "Biz, hiç duyulmadık bir tilâvet
dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz onun (Allah kelâmı
olduğuna) inandık" (Cin 1). Kim ondan haber getirirse doğru
söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm
verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola
çağrılmış olur. Ey A'ver, bu güzel kelimeleri öğren."
Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 14, 2908.
412 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir grup,
Kitâbullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden
birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner
ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla
sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte anar"
Ebu Dâvud, Salât 349, 1455. H; Tirmizî, Kırâ'at 3, 2946 H.;
Müslim, Zikir 38, 2699 H; İbnu Mâce, Mukkaddime 17, 225. H.
413 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Sizden kim evine döndüğü zaman
üç adet gebe, iri, semiz deve bulmayı istemez?" diye sordu.
"Hepimiz isteriz" diye cevap verdik. "Öyle ise,
buyurdu, kim namazda üç âyet okusa bu ona, üç iri ve semiz
deveden daha hayırlıdır"
Müslim, Salâtu'l-Müsâfirin, 250 (802).
414 - Ukbetu'bnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz
Suffa'da iken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (dışarı)
çıkarak: "Hanginiz hergün hiç günah işlemeden ve akrabalık
bağlarını da bozmadan Buthân'a veya Akik'e gidip oradan (zahmete
ve masrafa girmeden) iki adet iri hörgüçlü dişi deve tutup
getirmeyi ister?" diye sordu. Biz: "Ey Allah'ın Resûlü
bunu hepimiz isteriz" dedik. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm): "-O halde birinizin mescide gidip orada Allah'ın
kitabından iki âyeti öğrenmesi veya okuması, kendisi için iki
deveden daha hayırlıdır. Üç âyet onun için üç deveden, dört
âyet onun için dört deveden ve okunacak âyetler kendi sayılarınca
deveden daha hayırlıdır" buyurdular."
Müslim, Salatû'l-Müsâfirin 251; Ebu Dâvud, Salat 349, 1456 H.
415 - İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i dinledim, şöyle diyordu:
"Kur'ân-ı Kerîm'den tek harf okuyana bile bir sevab vardır.
Her hasene on misliyle (kayde geçer). Elif-Lâm-Mim bir harftir
demiyorum. Aksine elif bir harf, lâm bir harf ve mim de bir
harftir."
Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân 16, 2912. H.
416 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cenâb-ı Hakk,
Kur'ân-ı Kerim'i (güzel bir sesle açıktan okuyan bir peygambere
kulak ver(ip sevabı bol kıl)diği kadar hiçbir şeye kulak ver(ip
mükâfaat ihsan et)memiştir."
Buhârî, Tevhid 32, 52, Fedailu'l-Kur'ân 19; Müslim, Müsâfirin
232, 233, 234, Ebu Dâvud, Vitr 20; Tirmizi, Sevâbu'l Kur'ân 17;
Nesâî, İftitâh 83; İbnu Mâce, İkâmet 176, (1340).
417 - Buhârî'nin bir rivâyetinde Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurmaktadır: "Kur'ân'ı tegannî etmeyen
bizden değildir." (Sahabeden biri, bununla) açıktan okumayı
kastediyor demiştir."
Buhârî, Tevhid, 32, 44.
Tegannî: "kıraatın hüzünlü ve dokunaklı kılınmasıdır."
418 - Ebû Umâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim: "Allah,
geceleyin Kur'ân okuyan bir kula kulak verdiği kadar hiçbir şeye
kulak verip dinlemez. Allah'ın rahmeti namazda olduğu müddetçe
kulun başı üstüne saçılır. Kullar, ondan çıktığı andaki
kadar hiçbir zaman Allah'a yaklaşmış olmaz."
Ebu'n Nadr der ki: "Ondan" tâbiriyle "Kur'ân'dan"
denmek istenmiştir."
Tirmizî, Sevâbu'l- Kur'ân, 17, 2913 (13).
419 - Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim şöyle diyordu: "Kur'ân'ı
cehren (açıktan) okuyan, sadakayı açıktan veren gibidir.
Kur'ân'ı gizlice okuyan, sadakayı gizlice veren gibidir."
Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 20, 2920; Ebu Dâvud, Salât 315, 1333;
Nesâî, Zekât 68.
420 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bir
adam: "Ey Allah'ın Resûlü, Allah'a hangi amel daha
sevimlidir?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Yolculuğu bitirince tekrar yola başlıyan" cevabını
verdi. "Yolculuğu bitirip tekrar başlamak nedir?" diye
ikinci sefer sorunca: "Kur'ân'ı başından sonuna okur,
bitirdikçe yeniden başlar" cevabını verdi."
Tirmizî, Kırâat 4, 2949. H.
421 - Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Aziz ve celîl olan
Allah diyor ki: "Kim, Kur'ân-ı Kerîm'i okuma meşguliyeti
sebebiyle benden istemekten geri kalırsa, ben ona, isteyenlere
verdiğimden fazlasını veririm."
Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân 25, 2927.H.
422 - Sehl İbnu Muâz el-Cuhenî (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim
Kur'ân'ı okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü babasına bir
tâç giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş dünyadaki herhangi
bir evde bulunduğu takdirde onun vereceği ışıktan daha güzeldir.
Öyleyse, Kur'ân'la bizzat amel edenin ışığı nasıl olacak,
düşünebiliyor musunuz?"
Ebu Dâvud, Salât, 349, 1453.H.
423 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim Kur'ân'ı okur,
ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı
şeyi de haram kabûl ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca
hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi
kılınır."
Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân 13, 2907 H.
424 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ)
anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kur'ân'ı okuyup ona sâhip çıkan kimseye (âhirette): "Oku
ve (cennetin derecelerine) yüksel, dünyada nasıl ağır ağır
okuyor idiysen öyle oku. Zirâ senin makamın, okuduğun en son
âyetin seviyesindedir" denir."
Ebu Dâvud, Vitr, 20, 1464; Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 18, 2915, H;
İbnu Mâce, Edeb 52, 3780 H.
425 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "Kur'ân'da mâhir
olan (hıfzını ve okuyuşunu güzel yapan), Sefere denilen kerîm
ve mutî meleklerle berâber olacaktır. Kur'ân'ı kekeleyerek
zorlukla okuyana iki sevap vardır."
Buhârî, Tevhid 52; Müslim, Müsafirin 244; Ebu Dâvud, Vitr 14,
(1454); Tirmizî, Sevâbu'l-Kurân 13 (2906); İbnu Mâce, Edeb 52,
(2779).
426 - Üseyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre:
"Geceleyin, (hurma harmanında iken) Kur'ân'dan Bakara suresini
okuyordu. Hemen yakınında da atı bağlı idi. Birden bire atı
şahlandı. Bunun üzerine sükût ederek okumayı bıraktı. At da
sükûnete geldi. Üseyd tekrar okumaya başlayınca at yine
şahlandı. Üseyd yine sükût edince at da sükûnete erdi. Az
sonra yine okumaya başlayınca at da şahlanmaya başladı. Oğlu
Yahya, ata yakındı. Ona bir zarar vermesin diye attan uzaklaştırmak
için yanına gitti. Bir ara başını göğe kaldırınca bir de ne
görsün! Gökte şemsiye gibi bir şey ve içerisinde kandilimsi
nesneler var.
Sabah olunca koşup gördüklerini Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a anlattı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
kendisine: "O gördüklerin neydi bilir misin?" diye sordu.
"Hayır!" cevabı üzerine açıkladı: "Onlar melâike
idi. Senin sesine gelmişlerdi. Öyle ki, sabahleyin herkes onları
seyredebilecekti, çünkü halktan gizlenmiyeceklerdi."
Buhârî, Fedailu'l-Kur'ân 15; Müslim, Müsâfirîn 242, (796).
427 - el-Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir zat Kehf
suresini okuyordu. Yanında da iki uzun iple bağlı olan atı
duruyordu. Derken etrafını bir bulut kapladı. Ve bu bulut ona
yaklaşmaya başladı. At da bu durumdan huysuzlanmaya, ürkmeye
koyuldu. Sabah olunca adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
gelip vak'ayı anlattı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona
şu açıklamada bulundu: "Bu sekinet idi, Kur'ân için
inmişti."
Buhârî, Fedailu'l-Kur'ân 11; Müslim, Müsafirin 240, 241, (795);
Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân 6, 2887.H.
428 - Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kur'ân okuyan
mü'minin misâli portakal gibidir. Kokusu güzel tadı hoştur.
Kur'ân okumayan mü'minin misâli hurma gibidir. Tadı hoştur fakat
kokusu yoktur. Kur'ân-ı okuyan fâcir misâli reyhan otu gibidir.
Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kur'ân okumayan fâcirin misali
Ebu Cehil karpuzu gibidir, tadı acıdır, kokusu da yoktur."
Buhârî, Et'ime 30, Fedailu'l-Kur'ân 17, 36, Tevhid 57; Müslim,
Müsafirin 243; Ebu Dâvud, Edeb 19, 4329; Tirmizî, Edeb 79; Nesâî,
İman 32; İbnu Mâce, Mukaddime 16, 214 H.
429 - Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizin en hayırlınız
Kur'ân'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir."
Buhârî, Fedailu'l-Kur'ân 21; Tirmizî, Fedailu'l-Kur'ân 15, 2909;
Ebu Dâvud, Salat 349, 1452 H.; İbnu Mâce, Mukaddime 16, 211.H.
430 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hâfızasında
Kur'ân'dan hiç bir ezber bulunmayan kişi harab olmuş bir ev
gibidir."
Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 18, 2914. H. Tirmizi bu hadisin sâhih
olduğunu söylemiştir.
431 - Sa'd İbnu Ubâde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Buyurdular ki: "Kur'ân-ı Kerîm'i
okuyan bir kimse sonradan (terkeder ve okumayı) unutursa kıyâmet
günü cüzzamlı olarak Allah'a kavuşur."
Ebu Dâvud, Vitr 21, 1474. H.
432 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ümmetime verilen
ücretler bana arzedildi. Bunlar arasında bir kimsenin mescidden
kaldırıp attığı bir çöp için verilmiş olanı da vardı. Keza
ümmetimin işlediği günahlar da bana arzedildi. Bunlar arasında,
bir kimsenin lütf-i İlâhî olarak öğrenip de sonradan unuttuğu
bir sûre veya âyet sebebiyle kazandığından daha büyüğünü
görmedim."
Ebu Dâvud, Salât 16, 461. H; Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 19,
2917.H.
433 - İmrân İbnu Husayn (radıyallahu anhümâ)'ın anlattığına
göre, İmrân, Kur'ân okuyan, arkasından da buna mukabil halktan
dünyalık taleb eden birisine rastlamıştı. "İnnâ lillahi
ve innâ ileyhi râci'un, deyip arkasından şu açıklamayı yaptı:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini
işittim: "Kim Kur'ân okursa (isteyeceğini) Allah'tan istesin.
Zira bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur'ân okuyup,
okudukları mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler."
Tirmizî, Sevabu'l-Kur'ân 20, 2918.
434 - Süheyb (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kur'ân'ın haram
kıldığı şeyleri helâl addeden kimse Kur'ân'a inanmamıştır."
Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 20, 2919. H.
435 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) düşman arazisine Kur'ân-ı Kerîm'le
birlikte askeri seferi yasakladı."
Buhârî, Cihâd 129; Müslim, İmâmet 92, 93, 94, (1869); Ebu
Dâvud, Cihâd 88, (2610); İbnu
Mâce, Cihâd 45, (2879); Muvatta, Cihad 7, (2, 446).
FATİHA SÛRESİ
436 - Ebu Saîd İbnu'l-Muallâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben
Mescid-i Nebevî'de namaz kılıyordum. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) beni çağırdı. Fakat (namazda olduğum için) icabet
edemedim. Sonra yanına gelerek: Ey Allah'ın Resûlü namaz
kılıyordum (bu sebeple cevap veremedim diye özür beyan ettim).
Bana: "Allahu Teâla Kitab'ında "Ey iman edenler, Allah ve
Resûlü sizi çağırdıkları zaman hemen icâbet edin"
buyurmuyor mu?" (Enfal, 24) dedi ve arkasından ilave etti: "Sen
mescidden çıkmazdan önce , sana Kur'ân-ı Kerîm'in (sevapca) en
büyük sûresini öğreteyim mi?" dedi ve elimden tuttu.
Mescidden çıkacağı sırada ben: "Sana en büyük sureyi
öğreteceğim" dememiş miydiniz? dedim. Bana: "O sure
Elhamdü lillâhi Rabbi'l âlemin dir ki(namazlarda tekrar tekrar
okunan) yedi âyet (es-Seb'u'l-Mesânî) ve bana verilen yüce
Kur'ân'dır" buyurdu.
Buhârî, Tefsir 1; Nesâî, İftitah 26; Ebû Dâvud, Vitr 15.
437 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm), Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'a
uğradı. O namaz kılıyordu... devamını yukarıdaki gibi aynen
kaydetti. Ancak şu ziyade var: "Nefsimi kudret elinde tutan
Zât-ı Zü'l-Celâl'e yemin ederim ki, Allah, Fâtiha'ının bir
mislini ne Tevrat'ta, ne İncil'de ne Zebur'da, ne de Furkân'da
indirmemiştir. O (namazlarda) tekrarla okunan yedi âyet ve bana
ihsân edilen yüce Kur'ân'dır."
Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân 1, (2878).
Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Nesâî'nin yine Ebu
Hüreyre'den yaptığı bir rivayette: "O (Fatiha süresi)
benimle kulum arasında taksim edilmiştir. Kuluma istediği
verilmiştir" ziyadesi vardır.
438 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Cibril
(aleyhisselam), Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yanında
otururken yukarıda kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını
göğe doğru kaldırdı. Cibril (aleyhisselâm) dedi ki: "İşte
gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla
açılmamıştı." Derken oradan bir melek indi. Cibril
(aleyhissalâm) tekrar konuştu: "İşte arza bir melek indi,
şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti." Melek selam verdi ve
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e : "Sana verilen iki
nuru müjdeliyorum. Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere
verilmemişlerdi: Onların biri Fatihâ Sûresi, diğeri de Bakara
Sûresi'nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukabil sana
mutlaka büyük sevap verilecektir. dedi.
Müslim, Müsâfirin 254; Nesâî, İiftihah 25.
439 - Adiyy İbnu Hâtim (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "(Fatiha'da
geçen) el-mağdûb aleyhim (Allah'ın gazabına uğrayanlar)
Yahudilerdir, ed-dâllîn (sapıtanlar) da Hıristiyanlar'dır".
Tirmizi, Tefsir 2, (2957).
BAKARA SÛRESİ
440 - Ebu Ümâme (radıyallahu anh) buyurdu ki: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'i işittim, diyordu ki: "Kur'ân-ı
Kerîm'i okuyun. Zira Kur'ân, kendini okuyanlara kıyamet günü
şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâveyn'i yani Bakara ve Âl-i İmrân
surelerini okuyun! Çünkü onlar kıyamet günü, iki bulut veya iki
gölge veya saf tutmuş iki grup kuş gibi gelecek, okuyucularını
müdâfaa edeceklerdir. Bakara suresini okuyun! Zira onu okumak
berekettir. Terki ise pişmanlıktır. Onu tahsil etmeye sihirbazlar
muktedir olamazlar."
Müslim, Müsâfirin, 252, (804).
Bir rivayette şu ziyade mevcuttur: Bir rekatta, secdeden önce, bir
kul onu okur, sonra da Allah'tan birşey isterse Allah istediğini
mutlaka verir."
441 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kalabalık bir askerin katıldığı
orduyu sefere çıkardı. Askerlere Kur'ân okumalarını tenbihledi.
Ayrıca teker teker görerek herbirine Kur'ân'dan bildikleri yerleri
okumalarını tenbihliyordu. Derken sıra yaşça en genç birisine
gelmişti. Ona: "Kur'ân'dan sen ne biliyorsun ey falanca? diye
sordu. Genç: "Ben , dedi, falan falan sureleri ve bir de Bakara
suresini biliyorum." Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm):
"Yani sen Bakara'yı biliyor musun?" diye sordu. "Evet!"
cevabı üzerine: "Haydi yürü, seni askerlere komutan tayin
ettim" dedi. Askerlerin ileri gelenlerinden biri atılıp:
"Yemin olsun, Bakara'yı ezberlememe mâni olan şey,
hükümleriyle amel edememek korkusundan başka birşey değildir?
dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu tenbihte bulundu:
"Kur'ân'ı öğrenin ve onu okuyun. Kur'ân-ı Kerîm'in onu
öğrenip okuyan ve onunla amel eden kimse için durumunu, içi
ağzına kadar misk dolu bir kutuya benzetebiliriz. Bu her tarafa
koku neşreder. Kur'ân'ı öğrendiği halde, ezberinde olmasına
rağmen okumayıp yatan kimse de ağzı sıkıca bağlanmış, hiç
koku neşretmeyen misk kabı gibidir."
Tirmizi, Sevabu'l-Kur'ân 2, 2879.H.
442 - Nevvâs İbnu Sem'an anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:
"Kıyâmet günü Kur'ân-ı Kerîm ve ona dünyada iken sahip
çıkıp onunla amel edenler getirilirler. Bu gelişte, Bakara ve
Âl-i İmrân sureleri Kur'ân-ı Kerîm'in önünde yer alırlar."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu iki sure için üç
teşbihte bulundu ki, bir daha onları unutmadım. Şöyle demişti:
"Onlar sanki iki bulut veya aralarında nur ve aydınlık olan
iki siyah gölgelik veya sahiplerini müdafaa vaziyeti almış saflar
halinde iki kuş sürüsü gibidirler."
Müslim, Müsafirin 253, (305); Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân 5, (2886).
443 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Evlerinizi kabirlere
çevirmeyin, içerisinde Bakara suresi okunan evden şeytan kaçar."
Müslim, Müsâfirin, 212, (780); Tirmizi, Sevabu'l-Kur'ân 2,
(2780).
444 - Müslim'in bir rivayetinde yukarıdaki hadise şu ziyade
yapılmıştır: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu
ki: "Sizden biri mescidde namazı bitirdi mi, namazından evine
de bir pay ayırsın. Zira Cenab-ı Hakk, namazlarından evine de
hayır yaratacaktır"
Müslim, Misâfirin 210, (778).
445 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Bakara
Suresi'nin sonundaki iki âyeti geceleyin kim okursa o iki âyet ona
kâfi gelir."
Buhârî, Megâzi 12, Fedâilu'l-Kur'ân 10, 17, 37; Müslim,
Müsâfirin 255, 256, (807-808); Ebu Dâvud, Salât 326, (1397); İbnu
Mâce 183, (1369); Tirmizi, Sevabu'l-Kur'ân 4, (2884).
446 - Nu'mân İbnu Beşîr (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah,
arz ve semâvatı yaratmazdan iki bin yıl önce bir kitap yazdı. O
kitaptan iki âyet indirip onlarla Bakara suresini sona erdirdi. Bu
iki âyet bir evde üç gece okundu mu artık şeytan ona
yaklaşamaz."
Tirmizi, Sevabu'l-Kur'ân 4, 2885.
447 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Benî İsrail'e:
"Kapıdan secde ederek girin ve (dileğimiz günahlarımızın)
dökülmesidir deyin, ta ki hatalarınız bağışlansın"
(Bakara 58) denildi. Ama onlar (emri değiştirdiler de kapıdan
kıçları üzerine sürünerek girdiler ve "kılın içinde bir
tâne" dediler."
Müslim, Tefsir 1, (3015); Buhârî, Enbiya 28, Tefsir, Sure 2, 5, 4,
7; Tirmizi, Tefsir Bakara (2959).
448 - Âmir İbnu Rebi'a (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz
karanlık bir gecede Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
birlikte bir seferde idik. Kıble istikametini bilemedik. Herkes
kendi istikametine yönelerek namazını kıldı. Sabah olunca durumu
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a açtık. Bunun üzerine şu
âyet indi. "...Nereye yönelirseniz Allah'ın yönü orasıdır
(Bakara, 115)."
Tirmizi, Tefsir, Bakara (2960), Salat 354, (345).
449 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Ömer İbnu'l-Hattâb
(radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e hitab
ederek: "Ey Allah'ın Resûlü (tavaftan sonra kılınan iki
rek'atı) Makam'ın gerisinde kılsak (daha iyi olmaz mı?)"
diye bir temennide bulunmuştu, hemen şu âyet nâzil oldu:
"İbrahim'in makamını namazgâh yapın..." (Bakara, 125).
Buhârî, Tefsir, Bakara 9. Ahzab 8; Müslim, Fezâilu's Sahabe 2,
(2339); Tirmizi, Tefsir, Bakara (2963).
450 - el-Berâ İbnu'l-Âzib (radıyallahu anh) buyurdular ki:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye gelince, önce
Ensar'dan olan ecdâdının -veya dayılarının- yanına indi: O
zaman namazlarını onaltı veya onyedi ay boyunca Beytu'l-Makdîs'e
doğru kıldı. Ancak kıblenin Kâbe'ye doğru olmasını
arzuluyordu. (Kâbe'ye doğru) kıldığı ilk namaz da ikindi namazı
idi. Bu namazı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte
ashabtan bir grup kimse kılmıştı. Bu namazı kılanlardan biri,
oradan ayrılınca bir mescide rastladı. Cemaati namaz kılıyordu
ve tam rükû halinde idiler. Adam onlara: "Şehâdet ederim ki
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le Kâbe'ye doğru namaz
kıldık" dedi. Cemaat oldukları yerde Kâbe'ye yöneldiler.
Müslümanların Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılmaları
Yahudiler'i memnun ediyordu. Yüzler Kâbe'ye doğru yönelince
Yahudiler bundan hiç memnun kalmadılar. Arkadan hemen şu mealdeki
ayet nâzil oldu: "Yüzünü göğe çevirip durduğunu
görüyoruz..." (Bakara, 144). Beyinsiz Yahudiler dedikoduya
başladılar: "Uyageldikleri kıbleyi niye değiştirdiler? De
ki: "Doğu da batı da Allah'ındır. Allah dilediğini doğru
yola hidâyet eder" (Bakara, 144).
Buhârî, İman 30, Tefsir, Bakara 12, 18, Salat 31; Müslim, Mesâcid
11, (525); Tirmizi, Bakara (2966), Salat 252, 339; Nesai, Kıble 1
(2, 60) Salat 22, (1, 242).
451 - Müslim ve Ebu Dâvud'un Enes' (radıyallahu anh)'ten rivayet
ettikleri bir diğer hadis şöyledir: "Onlar Beytu'l-Makdis'e
doğru yönelmiş halde, sabah namazının rükûunda iken, Benî
Seleme'den bir adam kendilerine uğradı ve: "Kıble istikameti
Kâbe'ye çevrildi" dedi. Bu sözünü iki kere tekrar ettil.
Cemaat rükûda iken Kâbe'ye yöneldiler."
Müslim, Mesâcid 15, (527); Ebu Davud, Salat 206, (1045).
452 - İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Âyet-i
kerimenin emriyle Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) kıbleyi
Kâbe'ye yöneltince Müslümanlar sordular: "Ey Allah'ın
Resûlü, Beytü'l-Makdis'e yönelerek namaz kılmış ve şimdi
ölmüş olan kardeşlerimizin namazları ne olacak?" Bunun
üzerine Cenâb-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Senin yöneldiğin
istikameti, peygambere uyanları, cayanlardan ayırd etmek için
kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden
başkasına bu ağır bir şeydir. Allah imanlarınızı
(ibâdetlerinizi) boşa çıkaracak değildir" (Bakara, 143).
Ebu Davud, Salat 16 (4680); Tirmizi, Tefsir, Bakara (2968).
453 - Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "(Kıyâmet günü)
Hz. Nuh (aleyhisselam) ve ümmeti gelir. Cenab-ı Hakk ona:
-"Tebliğ ettin, dinimi duyurdun mu? diye sorar. Nuh
(aleyhisselam):
-"Evet, ey Rabbim" diye cevap verir. Rabb Teâla bu sefer
ümmetine sorar:
-"Nuh (aleyhissalâtu vesselâm) size tebliğ etmiş miydi?"
-"Hayır!" bize peygamber gelmedi" derler. Rabb Teâla
Hz. Nuh (aleyhissalâtu vesselâm)'a yönelerek:
-"Söylediğin şey hususunda sana kim şahidlik edecek?"
diye sorar. Nuh (aleyhisselâm):
-" Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) ve ümmeti!" der ve
Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in ümmeti:
-"Nuh tebligatta bulundu" diye şehâdette bulunur. Bu
duruma şu âyet işâret eder: "Biz böylece sizleri vasat bir
ümmet kıldık, tâ ki insanlara karşı şâhidler olasınız"
(Bakara, 143).
Buhâri, Tefsir, Bakara 13, Enbiya 3, İ'tisâm 19; Tirmizi, Tefsir
Bakara (2965). İbnu Mâce, Zühd 34, (4284).
454 - Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade vardır: "(...Nuh
kavmi): "Bize ne bir korkutucu, ne de başka biri, hiç kimse
gelmedi" derler."
Tefsir 2965.
455 - Urve İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Aişe (radıyallahu anhâ)'ye şu (mealdeki) ayet hakkında sordum:
"Şüphesiz ki Safâ ile Merve Allah'ın şeâirlerindendir. Kim
Kâbe'yi hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde
bir beis yoktur." (Bakara, 158). Dedim ki: "Kasem olsun
(ayetten) Safâ ve Merve'yi tavaf etmeyenlere de bir günâh yoktur
(manası çıkmaktadır)." Bana dedi ki: Ey kızkardeşimoğlu
söylediğin ne kadar çirkin! Âyetin, senin te'vil ettiğin mânâda
olması için, "onları tavaf etmeyene herhangi bir günah
terettüp etmez" şeklinde olmalıydı. Halbuki âyet Ensar
hakkında inmiştir. Bunlar Müslüman olmazdan önce, Müşellel'deki
azgın Menât'a tapınıyorlar, ona telbiye getiriyorlardı. Menât'a
telbiye getirenler, Safâ ile Merve arasında tavaf etmekten
çekiniyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: "Safâ ve Merve
Allah'ın şeâirindendir..." âyetini indirdi.
Aişe (radıyallahu anhâ) şunu da söyledi: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Safa ile Merve arasında tavafta bulunmayı
sünnet kıldı. Bunu terketmek kimseye câiz olmaz."
Zühri der ki: Ebu Bekr İbnu Abdi'r-Rahmân'a bu hadisi haber
verdim. Bana şunu söyledi: "Ben bu bilgiyi (hadisi)
duymamıştım. Ben âlimlerden bazılarını dinledim şöyle
diyorlardı: "Hz. Aişe'nin Menat için telbiye getirenlerden
haber verdikleri dışında kalan halkın tamamı Safa ve Merve'yi
tavaf ediyorlardı. Ne zaman ki Cenab-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de
tavafından bahsedip Safa ve Merve'den söz etmeyince: "Ey
Allah'ın Resûlü! Biz Safa ve Merve'yi tavaf ediyorduk. Halbuki
Cenâb-ı Hakk Kâbe'nin tavafını emrediyor, Safa ve Merve'den
bahsetmiyor, Safa ve Merve'yi tavaf etmemizde bize bir mahzur var
mı?" dediler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk: "Safâ ve
Merve Allah'ın şeâirindendir. Öyle ise kim Beytullah'a hac yapar
veya umre ziyâretinde bulunursa Safâ ve Merve'yi de tavaf etmesinde
bir günah yoktur" âyetini indirdi.
Ebu Bekr İbnu Abdirrahmân der ki: "Ben bu âyetin, (yukarda
zikredilen) her iki grub hakkında da inmiş olduğunu görüyorum.
Yani, hem câhiliye devrinde Safa ve Merve'yi tavaftan çekinenler
hakkında inmiştir, hem de öncekileri tavaf ettikleri halde,
İslâm'dan sonra -Allah'ın Kâbe'yi tavaf etmeyi emretmiş olmasına
rağmen Safa ve Merve'yi zikretmemiş olması sebebiyle- bunları
tavaftan çekinenler hakkında inmiştir. Safa ve Merve'nin de
(Kur'ân'da) zikri Kâbe'yi tavaf emrinden sonra gelmiştir.
Buhârî, Hacc 79, Umre 10, Tefsir, Bakara 21; Müslim, Hac 260-263
(1277); Ebu Davud, Menâsik 56, (3901); Tirmizi, Tefsir, Bakara
(2969); Nesâî, Menâsik 168, (5, 238-239); Muvatta, Hacc 129, (1,
373).
456 - Buhârî ve Müslim'den gelen bir rivayette şöyle denir:
"Ancak, Müslüman olmazdan önce Ensar ve bunlarla birlikte
Gassân, Menat için telbiyede bulunurlar, Safa ile Merve arasında
tavaftan çekinirlerdi. Bu davranış onlara ecdad yâdigarı bir
âdet idi. Menat için ihrama giren Safa ile Merve arasında tafaf
yapmazdı. Müslüman olunca bu hususta Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e sordular. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk "Safâ ve
Merve Allah'ın şeâirindendir..." âyetini indirdi.
457 - Mücâhid, İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma)'tan rivayet
ettiğine göre şunu anlatmıştır: "Beni İsrail'de kısas
vardı, fakat diyet yoktu. Cenâb-ı Hakk Muhammed ümmetine şöyle
buyurdu: "Öldürülenler hususunda size kısas farz
kılınmıştır. Hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile
kısas edilir. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından affedilmişse,
kendisine örfe uymak ve affedene güzellikle (diyet) ödemek
gerekir" (bakara, 178). Buradaki "afv"dan maksad,
âmden öldürmelerde kişinin diyet almayı kabul etmesidir. "Örfe
uymak ve affedene güzellikle ödemek" e gelince, bundan maksad
(mağdur tarafın) örfe uygun miktarda bir diyet istemesi, öbürünün
de bunu güzellikle ödemesidir. Âyetin devamındaki: "Bu,
Rabbinizden bir hafifletme ve birrahmettir" ibâresi de, "sizden
öncekilere farz kılınanlarda olmayan bir hafifletme"
demektir, (çünkü onlara diyet imkânı tanınmamıştı). Âyetin
son kısmı olan "Bundan sonra tecavüzde bulunana elim azab
vardır" ibaresinden diyet almayı kabul etmesine rağmen (kan
dâvası güderek) kâtili öldüren kimse kastedilmektedir."
Buhâri, Tefsir, Bakara 2, 23; Diyât 8; Nesâî, Kasâme 27, (8, 36,
37).
458 - Atâ'nın anlattığına göre, İbnu Abbâs (radıyallahu anh)
şu ayeti okurken dinlemiştir: "Oruca dayanamayanlar, bir
düşkünü doyuracak kadar fidye verir" (Bakara, 184). İbnu
Abbâs (radıyallahu anh) ayeti okuduktan sonra ilave etti: "Bu
ayet, oruç tutmaya tahammül edemeyen yaşlı erkek ve yaşlı kadın
hakkında mensûh değildir. Onlar da her bir günün orucu yerine
bir fakir doyururlar."
Buhârî, Tefsir, Bakara 25; Nesâî, Siyâm 63 (4, 190-191); Ebu
Davud, Savm 3, (2318), Sıyam 2, (2316).
459 - Ebu Dâvud merhumun bir rivayetinde şu ziyade var: "İbnu
Abbas dedi ki: "Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak
kadar fidye verir" (Bakara 184) ayeti şu demektir: "Onlardan
kim orucuna mukabil bir fakiri doyuracak kadar fidye vermek isterse
fidye verir ve böylece orucunu tutmuş sayılır." Cenab-ı
Hakk buyurmuştur: "Kim (vacib miktardan) daha fazla fidye
verirse bu kendisi için daha hayırlı olur. Orucu (yiyip de fidye
vermek yerine) bizzat tutmanız daha hayırlıdır" (Bakara
184). Sonra Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: "Sizden kim Ramazan
ayına ulaşırsa orucu tutsun. Kim de hasta olur veya yolcu
bulunursa yediği miktarda başka günlerde oruç tutar."
Ebu Davud, Savm 2(2316).
460 - Yine Ebu Dâvud'un bir başka rivayetinde şöyle denmektedir:
"(Ramazan'da orucu yiyip, fidye ödemeye ruhsat veren âyet)
hâmile ve emzikli kadınlar için sabittir, mensuh değildir."
Nesâî'de rivayet şöyledir: "Orucu tutmaya dayanamayanlar
orucu kendilerine (tahammül edilmez) bir meşakkat addedenler için
bir yoksula yetecek kadar fidye gerekir. Ayetin "Kim de hayır
düşünerek (bir fakire yetecek miktardan fazlasını) verirse"
hükmü mensuh değildir, bu onun için daha hayırlıdır. (Fidye
vermektense) oruç tutmanız daha hayırlıdır. Ayetteki ruhsat,
oruca takat getiremeyen veya şifâsız hastalığa yakalananlar
içindir."
Nesâî, Sıyam 63, (4, 190-191).
461 - Selemetu'bnu'l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: "Oruca
takat getiremeyenler, bir fakire yetecek kadar fidye vermesi gerekir"
ayeti indiği zaman orucu yiyip fidye verenler vardı. Bu hâl
müteakip ayetin inmesine kadar devam etti. Bu ayet öncekini
neshetti. Yani asıl hüküm şudur: "Kim Ramazan ayında hazır
bulunursa orucunu tutsun."
Buhari, Tefsir, Bakara 2,26; Müslim, Sıyam 149 (1145); Ebu Davud,
Savm 2 (2315); Tirmizi, Savm 75, (798); Nesâî, Sıyam 63, (4, 190).
462 - İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den, rivayete göre oruca
gücü yetmeyenin fidye vermesi gereğini beyan eden ayeti "fidyetün
taâmu mesâkine" şeklinde (yani fakirlerin yiyeceği kadar
fidye) okudu ve bu âyetin mensûh olduğunu söyledi."
Buhari, Tefsir, Bakara 2, 26.
463 - Nu'mân İbnu Beşir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Dua, ibadettir",
sonra şu ayeti okudu: "Rabbiniz: Bana dua edin ki size icâbet
edeyim. Bana ibâdet etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler varya,
alçalmış ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir"
buyurmuşlardır" (Mü'min, 69).
Ebu Davud, Salat 358, (1479); Tirmizi, Tefsir 2, (2973, 3244), Daavât
2, (3369); İbnu Mâce, Duâ 1, (3828).
464 - Rezin şu ilâve rivayeti kaydetti: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashâbı (radıyallahu anhüm ecmain)
sordular: Rabbimiz yakın mıdır, biz ona hafif sesle hitab edelim,
uzaksa yüksek sesle taleblerimizi söyleyelim?" Bunun üzerine
şu âyet indi: "Kullarım sana benden sorarlarsa, (söyle ki)
ben yakınım. Dua edenin duasına, bana dua ettiği takdirde icâbet
ederim" (Bakara, 186).
(Cami'u'l-Usûl'de bu rivayet öncekinin devamıdır).
465 - Berâ İbnu Âzib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ramazan
orucu farz kılındığı vakit, Müslümanlar ay boyu kadınlara
temas etmezlerdi. Bazı kimseler bu meselede nefislerine itimad
edemiyorlardı. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu:
"...Allah nefsinize güvenmiyeceğinizi biliyordu. Bu sebeple
tevbenizi kabul edip sizi affetti." (Bakara, 187).
Buhari, Tefsir, Bakara 2, 27.
466 - Buhârî, Ebu Dâvud ve Tirmizi'nin bir rivayetinde de şöyle
gelmiştir: "Ashâb-ı Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in
(başlangıçta) durumu şöyleydi: Bir kimse oruçlu iken, iftar
vakti gelince, iftarını açmadan uyuyacak olsa, artık o gece
yemediği gibi ertesi günü de yiyemez, o günün akşamına kadar
beklerdi. Kays İbnu Sırma el-Ensâri (radıyallahu anh) oruçlu
olduğu bir günde iftar vakti girince hanımına gelerek yiyecek
birşey olup olmadığını sordu. Kadın: "Hayır, yok!"
ancak bekle, sana yiyecek arıyayım" dedi. Kays, gün boyu
çalışan birisiydi, beklerken uyuyakaldı. Hanımı gelince baktı
ki uyuyor: "Eyvah mahrum kaldın, yiyemiyeceksin" diye
eseflendi.
Ertesi gün, öğleye doğru Kays (radıyallahu anh) açlıktan
baygın düştü. Durumu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
anlattılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Oruç
tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size
helal kılındı..." (Bakara, 187). Buna Müslümanlar fevkâlede
sevindiler. Arkadan, "Tanyerinde beyaz iplik, siyah iplikten
sizce ayırd edilinceye kadar yiyin, için." Ravi der ki: "Bu
ayet, Kays İbnu Amr hakkında nazil olmuştur."
Buhari, Savm 15; Tirmizi, Tefsir 2, (2972); Ebu Davud, Savm 1,
(2314); Nesâî, Sıyam 29, (4, 147-148).
467 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyore: "Beyaz
iplik siyah iplikten, sizce ayrılıncaya kadar yiyin için"
ayeti indiği zaman "tan yerinde" kelimeleri henüz nazil
olmamıştı. Bir kısım insanlar oruç tutacakları zaman
ayaklarına siyah ve beyaz (iplik) bağlar, bunlar görülünceye
kadar yiyip içmeye devam ederlerdi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk:
"Tan yerinde" kelimelerini inzal buyurdu. O zaman herkes
anladı ki burada beyaz ve siyah ipliklerden maksad gündüz ve gece
imiş."
Buhârî, Savm 16, Tefsir, Bakara 2, 28; Müslim, Sıyam 35, (1091).
468 - Beş kitapta da gelen bir başka rivayet şöyle: "Adiy
İbnu Hatim (radıyallahu anh) biri siyah, biri beyaz iki köstek
bağı aldı. Bir gece bunlara baktı fakat biri diğerinden
ayrılmıyordu. Sabah olunca durumu Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a şöyle bildirdi: "Yastığımın altına biri
siyah biri beyaz iki iplik koydum." Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ona takıldı: "Beyaz iplikle siyah iplik senin
yastığının altında iseler yastığın çok geniş olmalı."
Buhârî, Tefsir, Bakara 2, 28, Savm 16; Müslim, Sıyam 33, (1090);
Ebu Davud, Savm 17, (2349); Tirmizi, Tefsir, 2 (2974-2975); Nesâî,
Sıyam 29, (4, 148).
469 - Adiy'in bir başka rivayeti şöyledir: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Ey Allah'ın Resûlü! Ayette
geçen "beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılması"nedir,
bunlar iki iplik değil mi?" diye sordum da bana: "İki
ipliğe baktı isen sen gerçekten kalın enselisin" dedi ve şu
açıklamayı yaptı: "Hayır iki iplik değil, onun biri
gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır."
Buhârî, Tefsir, Bakara 2, 28.
470 - Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ensar hac yapıp da
döndükleri zaman evlerine kapılarından girmezlerdi. Onlardan biri
hac dönüşü kapıdan evine girdi. Fakat hemşehrileri onu bu
davranışı sebebiyle kınadılar. Bunun üzerine şu âyet nazil
oldu: "İyilik, evlere arkasından girmeniz değildir.
Kötülükten sakınan kimse (nin ameli) iyidir. Evlere kapılarından
girin" (Bakara, 189).
Buhârî, Tefsir, Bakara 2, 29, Umre 18; Müslim, Tefsir, Nisâ,
(3026).
471 - Huzeyfe (radıyallahu anh), "Allah yolunda infak edin,
kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın. İhsanda bulunun. Allah
ihsan edenleri sever" (Bakara, 195) mealindeki ayetle ilgili
olarak demiştir ki: "Bu ayet infak ile alakalı olarak nazil
oldu."
Buhârî, Tefsir, Bakara 2,31.
472 - Eslem İbnu İmrân anlatıyor: Medine'den gazve için yola
çıktık. Niyetimiz İstanbul'du. Cemaatin başında Abdurrahman
İbnu Hâlid İbni'l-Velid vardı. Rum askerleri sırtlarını şehrin
surlarına yaslamış müdafaada idiler. Bizden biri tek başına
düşmana saldırıya geçti. Halk: "Dur, dur! Lâilahe
illallah, eliyle kenidini tehlikeye atıyor!" diye bağrıştılar.
Ebu Eyyub el-Ensârî hazretleri (radıyallahu anh) atılarak: "Ey
ensâr topluluğu, bu ayet bizim hakkımızda indi. Cenâb-ı Hakk,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yardım edip, İslâm galebe
çalınca biz: "Artık işlerimizin başında kalıp, onları
yoluna koyalım" dedik. Bunun üzerine Allah'u Teâla bu âyeti
indirdi. Yani "Ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak" demek
malın-mülkün başında kalıp onları düzene koymak için cihadı
terketmektir."
Tirmizî, Tefsir, Bakara 2, (2976); Ebu Dâvud, Cihâd 23, (2512).
473 - Abdullah İbnu Ma'kıl (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ka'b
İbnu Ucre (radıyallahu anh)'ye "Oruçtan yahut sadakadan yahut
kurbandan bir fidye lâzımdır" (Bkara, 196) mealindeki ayetten
sordum. Dedi ki: "Başımda bitler kaynaştığı halde
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a götürüldüm. Beni
görünce: "Meşakkatin, bu gördüğüm dereceye ulaşacağını
zannetmezdim. Bir koyun bulabilecek misin?" dedi. "Hayır"
cevabını verdi. (Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "...İçinizde
hasta olan veya başından rahatsız varsa fidye olarak ya oruç
tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir..."
(Bakara, 196) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Üç gün
oruç tut veya her fakire yarım sa' yiyecek vermek suretiyle altı
fakiri doyur, başını traş et" dedi. Bu âyet hassaten benim
hakkımda nazil oldu, ancak umumen hapimize şâmildir."
Buhârî, Tefsir, Bakara 2,32, Meğâzi 35, Tıbb 16; Müslim, Hacc
80, 85 (1201); Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (2977); Ebu Dâvud,
Menâsık, 43, (1856); İbnu Mâce, Menasik 8, 6, (3079); Muvatta,
Hacc, 239 (1-117); Nesâî, Menâsik 96, (5, 194-195).
474 - Ebu Ümâme et-Temîmî anlatıyor: "Ben hac sırasında,
ücret mukabili hizmet veren birisi idim. Bana: "Senin haccın
hac sayılmaz" dediler. Bilahere İbnu Ömer (radıyallahu
anh)'e rastladım. O'na: "Ben hacc sırasında, ücretle hizmet
veren birisiyim, halk bana: "senin haccın hacc sayılmaz
diyorlar" dedim. İbnu Ömer (radıyallahu anhüma): "İhrama
girmiyor, telbiye okumuyor, tavafta bulunmuyor musun?" dedi:
"Hepsini yapıyorum" diye cevap verdim. Cevabım üzerine
şu açıklamayı yaptı: "Senin haccın hacc sayılır. Nitekim
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir adam gelmiş, senin bana
sorduğuna yakın şeyler sormuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) sükût buyurdu ve adama cevap vermedi. Derken şu âyet
nazil oldu: "(Hacc mevsiminde, ticâret yaparak) Rabbinizden
rızık istemenizde bir günah yoktur..." (Bakara, 198). Bunun
üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) o adamı çağırtarak,
âyeti okudu ve: "Haccın hacc sayılır" buyurdu."
Ebu Dâvud, Menâsık 7, (1733).
475 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Ukâz,
Mecenne ve Zülmecaz cahiliye devrinin panayırları idi. İslâm
geldiği zaman halk, hac mevsiminde ticaret yapmayı günah addeder
oldular. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Hac mevsiminde
Rabbinizden rızık taleb etmenizde sizin için bir günah yoktur."
Âyeti İbnu Abbas şu şekilde okudu."
Buhari, Tefsir, Bakara 2,34, Hacc 150, Büyû 1; Ebu Davud, Menasık
5, (1732), 7, (1734).
476 - Yine İbnu Abbâs anlatıyor: "Yemen ahâlisi, hacca
geliyorlar fakat beraberlerinde azık almıyorlardı. "Biz
mütevekkil kimseleriz" diyorlardı. Meke'ye gelince bu
davranışlarını halka sordular. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu
ayeti inzal buyurdu: "Azıklanın, ancak bilin ki, en hayırlı
azık takvâdır" (Bakara, 197).
Buhari, Hacc 6; Ebu Davud, Menâsık 4, (1730).
477 - İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Kişi
ihramsız olarak (yani Mekke'de ikamet edenler veya umre için gelip,
umreden sonra ihramı çıkaranlar) Beytullah'ı ziyaret eder. Bu
imkân, hacc niyetiyle ihram giymeye kadar devam eder. Arafat'a
çıkınca, kime deve, sığır veya davardan kurban müyesser
olmuşsa, dilediğini kurban eder. Bunlardan biri olmazsa, ona
hactaki, üç günün orucu terettüp eder. Bu günler, arefe
gününden evvele ait olmalıdır. Bu üç günün sonuncu günü
arefe gününe tesadüf ederse, bunda bir günah yoktur. Sonra
Arafat'da vakfe'ye gider ikindi namazından akşam karanlığının
gelmesine kadar vakfede kalır.
İbnu Abbas anlatmaya üslubu biraz değiştirerek devam ediyor.
"Sonra Arafat'tan insanlar sökün edince, orayı terketsinler.
Topluca geceyi geçirecekleri yere (Müzdelife'ye) gelsinler. Orada
Allah'ı çokca zikretsinler, sabah vakti girmezden önce bilhassa
tekbir ve tehlili çok yapsınlar sonra buradan da topluca hareket
etsinler. Çünkü (eskiden beri) herkes buradan hareket ederdi.
Cenâb-ı Hakk: "İnsanların toplu olarak sökün ettiği
yerden siz de sökün edin, (eski yaptıklarınızdan) Allah'a af
dileyin. Allah bağışlar ve merhamet eder" (Bakara, 199).
Şeytan taşlayıncaya kadar akmaya (ve çok zikretmeye) devam edin"
buyurmuştur.
Buhârî, Tefsir, Bakara 2, 35.
478 - İbnu Müseyyeb anlatıyor: "Süheyb (radıyallahu anh)
muhacir olarak Mekke'den yola çıktı. Kureyş'ten bazıları onu
takibe başladılar. Bunun üzerine o da devesinden inerek sadağında
ne kadar ok varsa hepsini çıkardı. Takipçilere: "Allah'a
kasem olsun oklarımın hepsini atıncaya kadar bana yetişemezsiniz.
Sonra elimde durdukça kılıcımı kullanacağım. Eğer dilerseniz,
size Mekke'de toprağa gömdüğüm malın yerini söyleyeyim,
mukabilinde siz de beni serbest bırakın, yoluma devam edeyim"
dedi. Takipçiler teklifini kabul ettiler. (O da sağ salim yoluna
devam etti). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına
varınca şu ayet nazil oldu: "İnsanlardan öyle kimse de
vardır ki, Allah'ın rızasını isteyerek nefsini satın alır..."
(Bakara, 207). Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ebu
Yahya'nın alış-verişi kârlı oldu" der ve ayeti tilavet
buyurur", (Rezin'in ilavesidir. Bagâvi ve İbnu Kesir
tefsirlerinde senedsiz olarak kaydederler).
479 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Cenab-ı
Hakk'ın şu sözleri nazil olduğu zaman: "Yetim rüşdüne
erinceye kadar, onun malına o en güzel olanından başka bir
suretle yaklaşmayın"; keza "Yetimlerin mallarını haksız
(ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş
olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir" (Nisa 10)
yanında yetim bulunanlar hemen gidip yetimlerin yiyeceğini ve
içeceğini kendilerinin yiyip içeceklerinden ayırdılar. Yetime
ait yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa ona dokunulmuyor,
yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklanıyordu. Bu hal, bir
kısım müşkilatlara sebep oldu. Durum Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a arzedildi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Sana
yetimleri sorarlar. De ki: Onları faydalı ve iyi bir hale getirmek
hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız onlar sizin
kardeşlerinizdir" (Bakara 220). Bu ayet üzerine yetimlerin
yiyeceklerini ve içeceklerini kendi yiyecek ve içeceklerine
karıştırdılar."
Ebu Davud, Vesâya 7, (2871); Nesâî, Vesâya 11, (6, 256-257).
480 - Nâfi anlatıyor: İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) Kur'ân
okuduğu zaman, okuma işinden çıkıncaya kadar hiç konuşmazdı.
Bir gün ben (Mushaf'ı, yüzünden takip ediverdim, o da ezberden)
Bakara suresini okudu. Bir ayete gelince bana: "Bu ayet ne
hakkında indi biliyor musun?" diye sordu. Ben "Hayır!"
deyince: "Şu, şu mesele için" diye açıkladı, sonra
(okumaya) devam etti.
Buhârî, Tefsir, Bakara 2, 39.
481 - Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Yahudiler: "Kadına
arka istikametinden temas edilirse çocuk şaşı doğar"
derlerdi. Bunun üzerine: "Kadınlarınız sizin (evlad
yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi
gelin" ayeti nazil oldu" (Bakara 223).
Buhari, Tefsir, Bakara2, 39; Müslim, Nikah 117 (1435); Ebu Davud,
Nikah 46, (2163); Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (2982).
482 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz. Ömer
(radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek:
"Ey Allah'ın Resûlü mahvoldum" buyurdu. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): "Niye mahvoldun ne var?" diye
sorunca açıkladı: "Bu gece bineğimi ters çevirdim (arka
canibinden yanaştım). "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
hiçbir cevap vermedi. Cenab-ı Hakk peygamberine şu ayeti vahyetti:
"Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza
istediğiniz gibi gelin." Dübüründen ve hayız halinde
temastan kaçınmak şartıyla önden, arkadan, nasıl istersen öyle
gel."
Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (2984).
483 - Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Allah,
İbnu Ömer (radıyallahu anh)'i mağfiret buyursun, bir hususta
yanılmıştı. Şu Ensariler putperestti ve ehl-i kitaptan
Yahudilerle birlikte idiler. Ensar (İslâm'dan önce) ilim yönüyle
Yahudilerin kendilerinden üstün olduklarına inanırlardı. Bu
sebeple onların birçok davranışlarını aynen taklid ediyorlardı.
Ehh-i kitaba has âdetlerden biri de kadınlarına tek istikametten
(yani ön cihetten) yanaşırlardı. Bu, kadın için de en uygun
tarzdı. Ensar topluluğu, bu âdeti de Yahudilerden aynen almıştı.
Kureyşliler ise, kadınları hoş olmayan şekilde açarlar, onlara
arka cihetlerinden, ön cihetlerinden, sırt üstü yatmış
vaziyette yeneşırlardı. Medine'ye muhacir olarak Mekkeliler
gelince onlardan bir erkek Medineli bir kızla evlendi. Erkek, kadına
Kureyş usulünce temas etmek istedi. Kadın buna müsaade etmedi.
"Bizde kadına tek istikametten temas edilir, sen de öyle yap,
aksi halde bana dokunma" dedi.
Onların bu ihtilafı büyüdü ve herkes duydu. Öyle ki Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a da intikal etti. Bunun üzerine Cenâb-ı
Hakk şu ayeti inzal buyurdu: "Kadınlarınız (çocuk
yetiştirdiğiniz) tarlanızdır. Tarlaya dilediğiniz gibi gelin"
(Bakara 223). "Dilediği gibi" den maksad (istikâmet
olarak) önlerinden, arkalarından, sırt üstü yatmış olarak.
Ancak bu geliş çocuk mahalline olacak."
Ebu Dâvud, Nikâh 46, (2164).
484 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Kadınlarınız (çocuk
yetiştirdiğiniz) tarlalarınızdır, tarlanıza dilediğiniz gibi
gelin" ayetiyle ilgili olarak şöyle buyurdu: "Tek yoldan
(ki o da çocuk yoludur) olmak kaydıyla dilediğiniz şekilde temas
kurun"
Tirmizi, Tefsir, Bakara, (2983).
485 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Kur'ân'daki:
"Allah sizi (dil alışkanlığı olarak maksadsız yapılan)
lağv yeminleriniz için müâheze etmez" ayeti kişinin sözünde
sıkça kullandığı, "vallahi evet", "billahi hayır"
gibi yeminleri için nâzil oldu."
Buhâri, Eyman 14, Tefsir, Maide 8; Ebu Dâvud, Eyman 7, (3254);
Muvatta, Eyman 9, (2, 477).
Yukarıdaki metin Buhari'den alınmadır. Hadisi, Ebu Davud hem Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sözü olarak hem de Hz. Aişe
(radıyallahu anha)'nin sözü olarak iki şekilde rivayet etmiştir.
İmam Malik Muvatta'da bu hadisle ilgili olarak şunu söyler: "Bu
mevzuda işittiğimin en güzeli şudur: "Ayette geçen "Lağv",
bir kimsenin öyle bildiği için bir şey hakkında yaptığı
yemindir, ancak sonradan, o şeyin, bildiği gibi olmadığını
anlar. Bu durumda yaptığı yemin için kefâret gerekmez. Ancak bir
kimse de çıkıp, günahkar ve yalancı olduğunu bile bile,
birilerini memnun etmek veya bir malı elde etmek için yemin ederse
bu öylesine büyük bir günahtır ki, bunun kefareti yoktur."
486 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma), "Kur'ân-ı
Kerim'deki: "Kocaları, bekleme müddeti içinde barışmak
isterlerse onları geri almaya (herkesten) çok lâyıktırlar..."
(Bakara 228) ayeti hakkında şunu söyledi: "Erkek hanımını
üç talakla da boşasa hanımını geri almaya herkesten daha çok
hak sahibi idi. Ancak bu hüküm, Cenâb-ı Hakk'ın şu sözü ile
neshedildi: "Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da
iyilik yaparak bırakmadır..." (Bakara 229).
Ebu Davud, Talâk 10, (2195); Nesâî, Talâk 74, (6, 212).
487 - Urvetu'bnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Cahiliye
devrinde kişi hanımını boşar, iddeti sona ermeden geri almak
isterse, alma hakkına sahipti. Bu şekilde bin kere boşayıp geri
dönebilirdi. (Bu hal bir adamın şu hâdisesine kadar devam etti.)
Bir gün adam hanımını boşadı ve iddeti dolmak üzere iken
hanımını geri aldı, sonra tekrar boşadı ve hanımına: "Allah'a
kasem olsun seni evime almıyorum ve ebediyen başkasına da helal
olmayacaksın" dedi. Kadın: "Bu nasıl olur?"
deyince, adam: "Seni boşuyorum, iddetin dolmadan tekrar geri
alacağım ve bu böylece devam edip gidecek" dedi. Kadın Hz.
Aişe (radıyallahu anhâ)'ye gitti, durumu anlattı. Hz. Aişe cevap
vermedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı bekledi. Gelince
vak'ayı anlattı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da cevap
vermedi (vahiy bekledi). Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu:
"Boşama iki defadır ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak
bırakmadır" (Bakara 229). O günden itibaren insanlar bu yeni
talaka yöneldiler, boşayan da boşamayan da. "
Tirmizi, Talâk 16, (1192); Muvatta, Talak 80, (2, 588). (Parantez
içindeki açıklayıcı kısımlar Tirmizi'deki ziyadeden
alınmıştır.
488 - Ma'kıl İbnu Yesâr (radıyallahu anh) anlatıyor: Benim bir
kızkardeşim vardı. Evlenmek için buna müracaat edenler oldu.
Fakat kimseye müsbet cevap vermiyordum. Derken amcamın oğlu
istedi. Kız kardeşimi ona nikahladım. Allah'ın dilediği kadar
bir müddet beraber yaşadılar. Sonra amcam oğlu onu talak-ı ric'i
ile boşadı. Ancak tekrar almadan terketti. İddeti tamamlandı. Kız
kardeşimle evlenmek isteyenler bana müracaat edince amcam oğlu da,
müracaat ederek tekrar almak istedi. Kendisine: "Daha önce de
çok isteyenler oldu, kimseye vermedim, seni hepsine tercih ederek
sana verdim, seninle evlendirdim. Sen onu talak-ı ric'i ile boşadın.
(Geri alma hakkın olduğu halde terkettin ve iddeti doldu. Başkaları
istemeye gelince, sen de tâlib oldun, taleble almak istiyorsun.
Allah'a kasem olsun onu asla sana vermeyeceğim" dedim. Ma'kıl
der ki: Bunun üzerine benim hakkımda şu âyet nazil oldu:
"Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiler mi,
aralarında meşru bir surette anlaştıkları takdirde, artık
kendilerini kocalarına nikah etmelerin engel olmayın" (Bakara
232). Yine Ma'kıl ilave ediyor: "Ayet üzerine, yeminim için
kefarette bulundum ve kız kardeşimi, eski kocasına nikahladım"
Buhârî, Tefsir, Bakara 2, 40, Talak 44; Ebu Dâvud, Nikâh
21,(2087); Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (298).
Buhârî'nin bir rivayetinde şöyle denir: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Ma'kıl'ı çağırdı, âyeti kendisine
tilâvet buyurdu. Bunun üzerine o, müşkülpesendliği bıraktı ve
Allah'ın emrine boyun eğdi"
Buhârî, Talak 44.
489 - İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Kur'ân'ın: "(Vefat
iddeti bekleyen) kadınları nikahla isteyeceğinizi
çıtlatmanızda.... üzerinize bir vebâl yoktur" (Bakara 235)
ayetinden maksadı, "Evlenmeyi arzu eden kişinin: "Ben
nikahlanmak istiyorum, kadına ihtiyacım var, sâliha bir kadına
kavuşmak istiyorum" demesidir" diye açıklamıştır.
Buhari, Nikâh, 34.
490 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Hendek Savaşı sırasında "Allah
onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun, bizim orta
namazımıza mani oldular, günaş batıncaya kadar kılamadık"
buyurdu.
Bir rivayette: "Bizi, salat-ı vusta olan ikindi namazından
alıkoydular" denir. Bir diğer rivayette: "Sonra ikindiyi
akşamla yatsı arasında kıldık" denir.
Buhârí, Tefsir, Bakara 2, 42, Cihad 98, Meğâzi 29, Daavat 58;
Müslim, Mesacid 202-206, (627); Ebu Davud 5, (409); Tirmizi, Tefsir,
Bakara 2, (2987); Nesâî, Salat 14 (1, 236); İbnu Mâce, Salat 6,
(684).
491 - Hz. Aişe'nin azadlısı Ebu Yunus anlatıyor: "Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ), kendisine bir mushaf yazmamı emretti ve dedi
ki: "Şu âyete gelince bana haber ver: "Namazlara ve
bilhassa orta namazına devam edin" (Bakara, 238). Yazarken bu
ayete gelince ona haber verdim. Bana şunu imla ettirdi: "Namazlara
ve orta namazına ve ikindi namazına devam edin ve Allah için
yalvaranlar olarak eda edin" (Bakara, 238). Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ): "Ben bunu Resûlullah'dan işittim"
dedi.
Müslim, Mesacid 207. (629); Ebu Dâvud, Salat 5, (410); Tirmizi,
Tefsir, Bakara 2, (2986); Nesâî, Salat 6, (1, 236); Muvatta, Salat
25, (1, 138-139).
492 - Amr İbnu Râfi (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre,
"Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ)'ya bir mushaf yazıyormuş. Hz.
Hafsa (radıyallahu anhâ) kendisinden,önceki hadiste -(Ebu
Yunus'tan) Hz. Aişe'nin- taleb ettiği hususu aynen taleb ettiğini
anlatmıştır."
Muvatta, Cmâ'a 25, (1, 139).
493 - Şakik İbnu Utbe, Berâ İbnu'l-Âzib (radıyallahu
anhüma)'ten naklettiğine göre, demiştir ki: "Önce şu ayet
nazil oldu: "Namazlara ve bilhassa ikindi namazına devam edin."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu bize Allah'ın dilediği
müddetçe okudu. Sonra Allah bunu nashetti ve şu ayeti indirdi:
"Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin." Şakik'in
yanında oturmakta olan bir zat kendisine: "Öyle ise bu ikindi
namazıdır." Berâ dedi ki: "Ben bu âyetin nasıl nazil
olduğunu Allah'ın nasıl neshettiğini sana haber verdim."
Müslim, Mesâcid 208, (630).
494 - İmam Malik (rahimehumullah)'e ulaştığına göre, Ali İbnu
Ebi Tâlib (radıyallahu anh)'e İbnu Abbas (radıyallahu anhüma),
Kur'ân'da zikri geçen "orta namaz"a (salâtu'l-vusta)
sabah namazı demişlerdir.
Muvatta, Cemâ'a 28, (1, 137). Tirmizi, bu hadisi İbnu Abbas ve İbnu
Ömer'den muallak (senetsiz) olarak zikretmiştir. Tirmizî, Salât
133, (182).
495 - Zeyd İbnu Sâbit ve Hz. Aişe (radıyallahu anhümâ) "Orta
namazı, öğlen namazıdır" derlerdi.
Muvatta, Cemâ'a 27, (1, 139); Tirmizi, Salat 133, (182); Ebu Dâvud,
Salât 5, (411).
496 - Ebu Dâvud'un Zeyd (radıyallahu anh)'den kaydettiğine göre,
Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) öğle namazını zevalden
sonra sıcağın en şiddetli olduğu saatte kılardı. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın kıldığı namazlar içinde ashabına
en zor geleni bu namaz idi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
"Namazlara ve orta namazına devam edin." Zeyd devamla dedi
ki: "(Orta namazı, öğlen namazıdır, zira) bundan önce iki
namaz var (birisi geceden -yatsı-, diğeri gündüzden -sabah-),
ondan sonra da iki namaz var (biri gündüzden -ikindi- diğeri
geceden -akşam-)".
Ebu Davud, Salat 5, (411).
497 - Abdullah İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Osman (radıyallahu anh)'a, Bakara suresinde geçen: "Sizden
zevceler (ini geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi
evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar faidelenmesini
(bakılmasını) vasiyyet etsinler" (Bakara 240), ayeti diğer
bir ayetle (Bakara, 234) neshedildiği halde niçin bu mensuh ayeti
de Kur'ân-ı Kerim'e yazıyorsunuz?" diye sordum. Bana şu
cevabı verdi: "Ey kardeşim oğlu bu ayeti terk mi edelim,
(bunu mu söylüyorsun)? Hayır, ben hiçbir şeyi yerinden
oynatmam."
Buhârî, Tefsir, Bakara, 2, 45.
498 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Her şeyin bir
şerefi var. Kur'ân-ı Kerîm'in şerefesi de Bakara suresidir. Bu
surede bir âyet vardır ki, Kur'ân âyetlerinin efendisidir:
"Ayetü'l-Kürsî".
Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 2, (2881).
499 - Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Ey Ebu'l-Münzir, Allah'ın
Kitabından ezberinde bulunan hangi âyetin daha büyük olduğunu
biliyor musun?" diye sordu. Ben: "O Allah ki, O'ndan başka
ilah yoktur, O, Hayy'dır, Kayyûm'dur (yani diridir her şeye kıyam
sağlayandır" (Bakara, 225) -ki buna Ayet'ü'l-Kürsî denir-
dedim. Göğsüme vurdu ve: "İlim sana mübârek olsun ey
Ebu'l-Münzir!" dedi."
Müslim, Müsâfirin 258, (810); Ebu Dâvud, Vitr, 17, (Salât 325,
(1460).
500 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) beni Ramazan zekatını muhâfazaya tâyin
etmişti. Derken kara bir adam gelerek zâhireden avuç avuç almaya
başladı. Ben derhal kendisini yakaladım ve: "Seni
Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm)'a çıkaracağım" dedim.
Bana: "Ben fakir ve muhtaç bir kimseyim, üstelik üzerimde
bakmak zorunda olduğum çoluk-çocuk var, ihtiyaçlarım cidden
çoktur, şiddetlidir" dedi. Ben de onu salıverdim. Sabah
olunca Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
-Ey Ebu Hüreyre! Dün akşamki esirini ne yaptın? diye sordu. Ben:
-Ey Allah'ın Resûlü: Bana şiddetli ihtiyacından ve
çoluk-çocuktan dert yandı. Bunun üzerine ona acıyarak
salıverdim, dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
-Ama o sana muhakkak yalan söyledi. Haberin olsun, o tekrar gelecek!
buyurdu. Bu sözünden anladım ki, herif tekrar gelecek. Binâenaleyh
onu beklemeye başladım. Derken yine geldi ve zahireden avuçlamaya
başladı. Ben de derhal yakaladım ve: "Seni mutlaka Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a çıkaracağım" dedim. Yine
yalvararak: "Beni bırak, gerçekten çok muhtacım, üzerimde
çoluk-çocuk var, bir daha yapmam" dedi. Ben yine acıdım ve
salıverdim.
Ertesi gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
-Ey Ebu Hüreyre, dün geceki esirini ne yaptın? diye sordu. Ben:
-Ey Allah'ın Resûlü, bana ihtiyacından çoluk-çocuğundan dert
yandı. Ben de acıdım ve salıverdim, dedim. "Ama" dedi,
Resûlullah: "O yalan söyledi fakat yine gelecek."
Üçüncü sefer yine gözetledim. Yine geldi ve zahireden avuç avuç
almaya başladı. Onu yine yakalayıp:
-Seni mutlaka Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e götüreceğim.
Bu üçüncü gelişin, üstelik sıkılmadan başka gelmeyeceğim
deyip yine de geliyorsun, dedim. Yine bana rica ederek şöyle
söyledi: "Bırak beni, sana birkaç kelime öğreteyim de Allah
onlarla sana fayda ulaştırsın". Ben:
-Nedir bu kelimeler söyle! dedim. Bana dedi ki:
-Yatağa girdin mi Ayetü'l-Kürsî'yi sonuna kadar oku. Bunu
yaparsan Allah senin üzerine muhafız bir melek diker, sabah
oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz dedi. Ben yine acıdım ve
serbest bıraktım.
Sabah oldu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Dün
akşamki esirini ne yaptın?" diye sordu. Ben:
-Ey Allah'ın Resûlü, bana birkaç kelime öğreteceğini, bunlarla
Allah'ın bana faide ihsan buyuracağını söyledi, ben de kendisini
yine serbest bıraktım, dedim. Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu
vesselâm):
-Neymiş onlar? dedi. Ben:
-Efendim, döşeğine uzandığın vakit Ayetü'l-Kürsî'yi başından
sonuna kadar oku. (Bunu okursan) Allah'ın koyacağı bir muhafız
üzerinden eksik olmaz ve ta sabaha kadar şeytan sana yaklaşmaz!
dedi, cevabını verdim.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine: "(Bak
hele!) o koyu bir yalancı olduğu halde, bu sefer doğru söylemiş.
Ey Ebu Hüreyre! Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?"
dedi. Ben:
-Hayır! cevabını verdim.
-O bir şeytandı buyurdular.
Buhârî, Vekâle 10.
501 - Ebu Eyyûb (radıyallahu anh) anlatmıştır ki: "Kendisinin
bir hücresi vardı ve içinde hurma bulunuyordu. Buraya bir
gulyabani (cin) dadanmış gelip hurmadan alıyordu. Bu durumu
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a açtı. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kendisine "Git, tekrar görecek
olursan "Allah'ın adıyla, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a icabet et" dersin" buyurdu.
Ebu Eyyub der ki: (Bekledim, tekrar gelince) yakaladım. Ancak, bir
daha gelmeyeceğine dair yemin etti, ben de salıverdim. Sonra
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la karşılaştığımda
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Esirin ne oldu?"
diye sordu. Ben: "Bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti (ben
de bıraktım)" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"O yalan söylemiş, o yalana alışkındır" buyurdu.
Ebu Eyyûb, bir başka sefer yine geldiğini, yakalayınca
gelmeyeceğine dair yine yemin ettiğini, yemini üzerine
salıverdiğini anlatır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
tekrar: "Esirin ne oldu?" diye sorar. "Gelmeyeceğine
dair yemin edince bıraktım" der. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Yalan söylemiş, o zaten yalana alışkındır"
buyurur.
Ebu eyyub (radıyallahu anh) üçüncü sefer yine yakalar ve: "Bu
sefer seni bırakmayacağım, mutlaka Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a kadar götüreceğim" der. Bunun üzerine cin:
"(Dinle beni) sana mühim bir şey hatırlatacağım:
Ayet'ü'l-Kürsî varya onu evinde oku. O takdirde sana hiç ne
şeytan ne başkası yaklaşamaz" der. (Ebu Eyyub yine salar) ve
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Esirin ne oldu?" diye sorar.
Olup biteni haber verince: "(Hayret), yalancı olduğu halde bu
sefer doğruyu söylemiş" buyurur."
Tirmizi, Sevabu'l-Kur'ân 3, (2883).
502 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Dinde
zorlama yoktur" (Bakara 256) ayeti Ensar hakkında inmiştir.
Şöyle ki: Medine'de çocuğu yaşamayıp ölen kadınlar, "çocuğum
yaşarsa Yahudi dini üzerine yetiştireceğim" diye adakta
bulunurdu. Benu Nadîr Yahudileri Medine'den sürüldükleri vakit,
bunlar arasında Yahudileştirilmiş çok sayıda Ensâr çocuğu
vardı. Ensarîler: "Çocuklarımızı onlara terketmeyiz"
dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: "Dinde zorlama yoktur,
artık iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır..."
(Bakara) ayetini inzal buyurdu."
Ebu Davud, Cihâd 126, (2682).
503 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hz. İbrahim
(aleyhisselâm)'in şu sözleriyle ifade ettiği şüpheyi yaşamaya
biz ondan daha lâyıkız: "Ey Rabbim ölüleri nasıl
dirilteceğini bana göster" demiş, (Allah: "Buna)
inanmadın mı yoksa" demiş, o da: "İnandım, fakat
kalbimin, (gözümle görerek) yatışması için (istedim, diye)
söylemişti." (Bakara, 260).
Allah, Lût (aleyhisselam)'a rahmetini bol kılsın, aslında o çok
muhkem bir kaleye sığınmıştı.
Eğer, Hz. Yusuf (aleyhisselam)'un kaldığı müddetçe hapiste ben
kalsaydım, dâvete icâbet ederdim."
Buhârî, Enbiyâ 11, 15, 19, Tefsir, Yusuf 5, Ta'bir 9; Müslim,
İman 238, (151), Fedâil 152, (151); Tirmizî, Tefsir, Yusuf 12,
(3115).
504 - Tirmizi'nin bir rivayetinde Hz. Yusuf'la ilgili olarak
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Kerim
oğlu Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim; İbrahimoğlu İshâkoğlu
Yakuboğlu Yusuf'tur.
Ve ilave etti:
"Şayet, hapiste onun yerine ben yatmış olsaydım da, sonunda
bana elçi gelseydi, çıkma hususunda hemen cevap verirdim."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) arkadan şu ayeti okudu:
"Kendisine elçi gelince, "Efendine dön de ellerini kesen
o kadınların zoru neydi kendisine sor" dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devamla şunu söyledi: "Allah
Teâla'nın rahmeti Lût'a olsun, o aslında çok sağlam bir kaleye
sığınmıştı. Allah ondan sonra, her peygamberi kavminden
kalabalık bir ceaat içinde gönderdi."
Tirmizi, Tefsir, Yusuf, (3115).
505 - Ubeyd İbnu Umayr anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab
(radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
ashabına sordu. "Şu âyet kimin hakkında nazil olmuştur?
"Sizden herhangi biri arzu edermi ki, hurmalardan, üzümlerden
kendisinin bir bahçesi olsun, altından ırmaklar aksın, orada
kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun. Fakat ona ihtiyarlık
çöksün, aciz ve küçük çocukları da olsun, derken o bahçeye
içinde bir ateş bulunan bir bora isabet etsin de o, yanıversin?
(Bakara, 266).
Cemaat: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını
verdi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu cevaba kızdı ve: "Biliyoruz
veya bilmiyoruz" deyin dedi.
Bunun üzerine İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Bu hususta
içimden bir şeyler geçiyor ey müminlerin emiri" dedi. Hz.
Ömer (radıyallahu anh) ona: "Ey kardeşimin oğlu söyle onu,
kendini küçük görme" dedi. İbnu Abbas: "Bu, bir iş
için misal olarak verilmiştir" deyince Hz. Ömer: "Hangi
iş için?" diye tekrar etti. İbnu Abbas da: "Zengin bir
kimsenin işi için, öyle ki bu zengin Allah'a kulluk ve itaatini
yerine getiriyordu. Sonra Allah ona şeytanı gönderdi. (Zengin onun
iğvasına kapılarak günahlar eşledi ve sonunda bütün (salih)
amellerini batırdı."
Buhârî, Tefsir, Bakara 47.
506 - Berâ (radıyallahu anh): "İğrenmeden alamayacağınız
pis şeyleri vermeye kalkmayın..." (Bakara, 267) meâlindeki
ayet biz ensarlar hakkında indi" dedi ve anlattı: "Biz
hurma yetiştiren kimselerdik. Herkes, hurmasından az veya çok
oluşuna göre tasadduk ederdi. Bu cümleden olarak, kişi bir iki
hurma salkımı getirir onu mescide asardı. Mescidde kalan Ehl-i
Suffa'nın yiyeceği yoktu. Bunlardan biri acıktığı zaman,
salkıma gelir, sopasıyla vurur, ondan bir miktar hurma düşürür
ve yerdi. Hayrı düşünmeyenlerden bazıları, içerisinde
kalitesiz hurmaların çokça bulunduğu salkımlardan, bazıları
kırık adi salkımlardan getirip asıyordu. Bunun üzerine Cenâb-ı
Hakk şu âyeti indirdi: "Ey iman edenler: Kazandıklarınızın
temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin;
iğrenmeden alamıyacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın.
Allah'ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ayeti şöyle açıklar:
"Sizden biri, sadaka olarak verdiği şeyin benzeri, kendisine
verildiği takdirde onu istemeye istemeye, utanarak alacağı şeyden
almamasına dikkat etsin." İbnu Abbas der ki: "Bundan
sonra hepimiz, sahib olduğumuz şeylerin iyilerinden verir olduk."
Hadisi, Tirmizi rivayet eder ve sahih olduğunu belirtir. (Tefsir,
(2990). Hadisi İbnu Mâce, Zekat'ın 19, (1822) babında kaydeder.
507 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şeytan da, melek de
insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar.
Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan
şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır.
Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten
uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran
bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen Allahu Teala'ya
hamdetsin. Kim de içinde şerr ve inkâra çağıran bir fısıltı
duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sözlerine şu meâldeki
âyeti ekledi: "Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur,
size cimriliği emreder.." (Bakara 268).
Tirmizî, Tefsir, (2991).
508 - Mervân el-Esfar'ın anlattığına göre, Abdullah İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ): "..İçinizdekini açıklasanız da
gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini
bağışlar, dilediğine azâb eder, Allah her şeye kâdirdir."
(Bakara 284) ayetinin müteakip ayet tarafından neshedildiğini
söylemiştir."
Buhârî, Tefsir, Bakara 54, 55.
509 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Cenab-ı
Hakk'ın şu mealdeki sözü nazil olunca: "İçinizdekini
açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesâba çeker ve
dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder..." (Bakar, 284)
bu ihbar Sahabe (radıyallahu anhümâ)'ye çok ağır geldi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a geldiler, diz çöküp
oturdular ve dediler ki: "Ey Allah'ın elçisi, bize
yapabileceğimiz işler emredildi: Namaz, oruç, cihâd ve sadaka,
bunları yapıyoruz. Ama Cenâb-ı Hakk sana şu âyeti inzal
buyurdu. Onu yerine getirmemiz mümkün değil." Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onlara: "Yani sizler de sizden önceki
Yahudi ve Hıristiyanlar gibi "dinledik ama itaat etmiyoruz"
mu demek istiyorsunuz? Hayır öyle değil şöyle deyin: "İşittik
itaat ettik. Ey Rabbimiz affını dileriz, dönüş Sana'dır."
Cemaat bunu okuyup, dilleri ona alışınca, bir müddet sonra
Cenâb-ı Hakk şu vahyi inzal buyurdu: "Peygamber ve inananlar
O'na Rabbi'nden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine inandı. "Peygamberleri arasında
hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını
dileriz, dönüş sanadır" dediler" (Bakara 285).
Ashab bunu yapınca Allah, önceki âyeti neshetti ve şu âyeti
inzal buyurdu: "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar
yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de
aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi
sorumlu tutma. (Resûlullah bu duayı yapınca Allah Teâla
hazretleri: Pekala, yaptım buyurmuştur). Rabbimiz bizden öncekilere
yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! (Allah Teâla
hazretleri: Pekiyi buyurmuştur). Rabbimiz! Bize gücümüzün
yetmiyeceği şeyi taşıtma (Rabb Teâla hazretleri: Pekiyi dedi).
Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlâmızsın, kâfirlere
karşı bize yardım et (Rabb Teâla buna da Pekiyi demiştir).
Müslim, İman 199, (125).
510 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâla,
ümmetim, içinden geçen fena şeylerle amel etmedikçe veya onu
konuşmadıkça o şey yüzünden ümmetimi hesâba çekmeyecektir."
Buhâri, Eyman Ve'n-Nüzûr 15, Itk 6, Talak 11; Müslim, İman 201,
(127); Ebu Davud, Talak 15, (2209); Nesâî, Talak 22 (6, 156);
Tirmizî, Talak 8, (1183); İbnu Mâce, Talak 14, (2540).
AL-İ İMRÂN SURESİ
511 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şu mealdeki âyeti okudu: "(Habibim)
Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki
bunlar Kitab'ın anası (temeli)dir. Diğer bir kısmı da
müteşâbihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar sırf
fitne aramak (ötekini berikini saptırmak) ve (kendi arzularına
göre) onun te'viline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi
olurlar. Halbuki onun te'vilini Allah'dan başkası bilmez, ilimde
yüksek gayeye erenler ise; "Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz
katındadır" derler. (Bunları) salim akıllılardan başkası
iyice düşünmez."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ayetin okunmasını
tamamlayınca bana şunu söyledi: "Kur'an'ın müteşâbih
ayetlerine tâbi olanları gördüğünüz vakit bilin ki onlar
Allah'ın ayette haber verdiği kimselerdir, onlardan sakının."
Buhârî, Tefsir, Âl-i İmrân 1; Müslim, İlim 1, (2665); Tirmizî,
Tefsir, Âl-i İmrân (2996); Ebu Davud, Sünne 2, (4598).
512 - Said İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir
adam gelerek, İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'a "Ben
Kur'ân'da bazı ayetler görüyorum onlar bana aralarında ihtilaflı
geliyor" dedi. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Nelermiş
onlar?" diye sorunca adam şu ayetleri okudu: "Sûr'a
üflendiği zaman, aralarında o gün (böbürlenecekleri) soyları
sopları olmadığı gibi, (birbirlerinin halini) de soramazlar"
(mü'minun, 101). Halbuki şu ayet de var: "Birbirlerine dönüp
soruşurlar" (Saffat 27).
Bir ayette şöyle denir: "O gün inkâr edip peygambere baş
kaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler ve
Allah'tan bir söz gizleyemezler" (Nisa 42). Halbuki şu ayet
var: "Sonra, Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler puta tapanlar
değildik, demekten başka çare bulamazlar" (En'âm, 23).
Nâzi'ât suresinde: "Ey inkârcılar! Sizi yaratmak mı daha
zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki onu Allah bina edip yükseltmiş
ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü
aydınlatmıştır. Ardından yeri düzenlemiştir" (27-30)
buyuruyor.
Burada göğün yaratılışı yerin yaratılışından öncedir: "Ey
Muhammed onlara de ki: "Siz yeri iki günde yaratanı mı inkar
ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz! O âlemlerin Rabbi'dir. O
yeryüzüne sâbit dağlar yerleştirdi, onu bereketli kıldı.
Arayanlar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört gün
(dört mevsim) içinde yetiştirmesi kanununu koydu. Sonra duman
halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne "İsteyerek
veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi, ikisi de: "İsteyerek
geldik" dediler (Fussilet, 9-11).
Kur'ân'da: "Allah affedici, merhametli oldu", "Allah
aziz ve hakim oldu", "Allah işitici ve görücü oldu"
denmektedir. Sanki, Allah eskiden böyle olmuş bitmiş gibi ifâde
edilmektedir."
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) şu cevabı verdi: "Sûr'a
ilk üflemede onların aralarında hiçbir bağ olamaz, Allah'ın
diledikleri dışında herkes gökte olsun yerde olsun bu ilk
üflemede baygın düşer. İşte bu baygınlık anında bağ da yok,
hal hatır sorma da yok. Sonra ikinci üflemede birbirlerine gelip
soruşurlar."
İbnu Abbas devam etti: "...Rabbimiz Allah'a and olsun ki biz
puta tapanlar değildik" ayeti ile;
"...Allah'tan bir şey gizleyemezler" ayetine gelince:
"Allah Teala ihlas sahiplerinin günahlarını affeder. Bunun
üzerine müşrikler: "Gelin bir de "Müşrik değildik"
diyelim" derler. Allah da onların ağızlarını mühürler.
Vücudlarındaki her bir uzuv yaptığı işleri söyler. O sırada,
Allah'ın hiçbir sözü gizlemediği bilinir. O'nun yanında: "İnkâr
edenler: "Keşke Müslüman olsaydık" temennisinde
bulunacaklardır" (Hicr, 2).
Diğer soruna gelince: Allah yeri iki günde yarattı. Sonra göğe
yöneldi, başka iki günde de onu yedi kat olarak tanzim etti, sonra
diğer iki günde arzı düzenledi yani yaydı, arzdan su ve otlak
çıkardı. Arzda dağlar, ağaçlar, tepeler ve arzla sema arasında
bulunan şeyleri yarattı. Bunu Cenab-ı Hakk: "Ardından yeri
düzenlemiştir" (Nâziât, 30) kelam-ı şerifleriyle ifade
buyurmaktadır. Böylece arz ve içindekiler dört günde yaratılmış
olmaktadır. Semâvat da iki günde yaratılmış olmaktadır.
"Allah affedici, merhametli oldu" kelâmına gelince, Allah
kendisini bu şekilde isimlemiştir, yani O hep böyle olmuştur ve
böyle olacaktır, Allah her ne irade buyurdu ise irade buyurduğu
şey mutlaka olmuştur.
Yazık sana, Kur'ân (ayetleri) sana ihtilaflı gelmemeli. Çünkü
onun tamamı Aziz ve Celil olan Allah'tandır."
Buhâri, Tefsir, Ha-Mim, Secde (Fissilet) 1.
513 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Bedir savaşında Kureyş'i yendikten
sonra Medine'ye döndüğü zaman Yahudileri toplayarak onlara:
"Kureyş'in başına gelen musibet size de gelmeden Müslüman
olun" dedi. Onlar cevâben: "Ey Muhammed, Kureyş'ten
savaşmasını bilmeyen top bir grubu mağlub etmen sakın seni
aldatmasın. Şayet bizimle savaşacak olursan bizim kimler
olduğumuzu öğrenecek ve bizim gibisiyle hiç karşılaşmadığını
anlayacaksın!" dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti
indirdi: "(Habibim), "O (Yahudi) kafirlerine de ki: Yakında
mağlub olacaksınız ve (toptan) cehenneme sürüleceksiniz. O, ne
kötü yataktır, (Bedir muharebesinde) karşılaşan iki grub
hakkında sizin için muhakkak bir ibret vardı. (Onlardan) bir grub
Allah yolunda dövüşüyordu, diğeri ise kâfirdi" (Âl-i
İmrân, 12-13).
Ebu Dâvud, Harac 22 (3001).
514 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Her peygamberin
peygamberlerden dostları vardır. Benim dostum, ceddimve Rabbimin
halili olan İbrahim'dir." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
sonra şu ayeti tilavet buyurdular: "Gerçekten, insanlardan
İbrahim'e en yakın olanı her halde (zamanında) ona tabi olanlarla
şu peygamber ve (şu) iman edenlerdir. Allah da o iman edenlerin
yâridir" (Âl-i İmran, 68)b
Tirmizi, Tefsir, Âl-i İmran (2998).
515 - İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "...İbrahim'in ailesi
ve İmrân ailesi..." (Âl-i İmrân, 33) ayeti hakkında:
"Onlar, İbrahim'in neslinden, İmran'ın neslinden, Yâsin'in
neslinden ve Muhammed'in neslinden imân eden kimselerdir."
Allah Teâla hazretleri şöyle buyuruyor: "Gerçekten,
insanlardan İbrahim'e en yakın olanı her halde (zamanında) ona
tâbi olanlarla şu peygamber ve (şu) imân edenlerdir. Allah da o
imân edenlerin yâridir" (Âl-i İmrân, 68) demiştir.
Bu hadisi Buhari, muallak (senetsiz) olarak tahric etmiştir (Enbiya,
44).
516 - Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), saliha kadının:
"Rabbim, karnımdakini azadlı bir kul olarak sana adadım"
(Âl-i İmran, 35) sözünü tefsir sadedinde şöyle der: "Yani
sırf mescide hizmet etmesi için."
Buhari, bu rivayeti bab başlığı olarak tahric etmiştir (Salat,
74).
517 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular: "Yeni doğan her insan
yavrusuna, doğduğu anda şeytan mutlaka bir dürter. Yavru, onun
dürtmesi (nin verdiği rahatsızlık) sebebiyle bağırarak ağlar.
Hazret-i Meryem ve onun oğlu İsa bundan hâriçtir." Ebu
Hüreyre sözüne devamla: "İsterseniz şu âyeti de okuyun
dedi: "Meryem: "...Ben onu da soyunu da kovulmuş şeytandan
sana sığındırırım" dedi". (Âl-i İmran, 36).
Buhari, Tefsir, Âl-i İmran 2; Müslim, Fedail, 146, 2366. H.
518 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Meryem'i hangisi
himâyesine alacak diye (kura çekmek üzere) kalemlerini atarken sen
yanlarında değildin" (Âl-i İmrân, 44) ayetiyle ilgili
olarak buyurdu ki: "Kur'a çekmek üzere kalemlerini (suya)
attılar. Kalemler akıntıyla beraber gitti. Sâdece Zekeriya'nın
kalemi suyun üstüne çıktı."
Hadisi Buhari, bab başlığında tahric etti. (şehâdet, 30).
519 - Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Ey İsa,
şüphesiz ki seni vefat ettirecek olan (onlar değil) benim"
ayetindeki (Âl-i İmran 55) seni vefat ettirecek olan (müteveffike)
ibâresini "seni öldürecek olan" diye açıklanmıştır.
Bu rivayeti Buhari, bab başlığında kaydetmiştir. (Tefsir,
Suretu'l-Mâide 13).
520 - Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Ensar'dan
bir zat Müslüman olmuştu, sonratekrar irtidat edip müşriklerin
yanına gitti. Bilahere yaptığından pişman olup, kabilesine:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sorun, benim için
tevbe imkânı var mı?" diye haber saldı. Kavmi de Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek: "Onun için tevbe etme
şansı var mı?" diye sordular. Bunun üzerine şu âyet indi:
"İnandıktan, Peygamberin hak olduğuna şehâdet ettikten,
kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah
nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola
eriştirmez. İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin,
insanların hepsinin lânetine uğramalarıdır. Orada temellidirler;
onlardan azâb hafifletilmez; onların azabı geciktirilmez. Ancak
bunun ardından tevbe edip düzelenler müstesnâdır. Doğrusu Allah
bağışlar ve merhamet eder" (Âl-i İmrân, 86-89). Ayeti ona
gönderdi. O da Müslüman oldu."
Nesâî, Tahrimû'd-Dem 15, (7, 107).
521 - Behz İbnu Hakim babası ve ceddi tarikiyle anlattığına
göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "Siz insanlar
için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz" (Âl-i
İmrân, 110) ayeti hakkında şunu söylediğini işitti: "Siz
yetmiş ümmeti yetmişe tamamlayan sonuncu ümmetsiniz. Siz onların
en hayırlısı ve Allah yanında en değerli olanısınız."
Tirmizî, Tefsir, Âl-i İmrân (3004); İbnu Mâce, Zühd 34,
(4288).
522 - İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Rabb'e kul olun (kûnû
Rabbâniyyin)" (Âl-i İmran, 79) ayetiyle "Hakimler,
fakihler olun" denmek istenmiştir" buyurmuştur.
Buhari, bu hadisi bab başlığında kaydetmiştir (ilm 10).
523 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Şu âyet bizim
hakkımızda indi: "O zaman içinizden iki zümre za'f
göster(mek iste)mişdi. Halbuki onların yardımcısı Allah'tı.
Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalılar." (Âl-i İmrân,
122) Hz. Câbir devamla şu açıklamayı yaptı: "Biz iki
zümreydik: Bir zümre Benû Hârise, diğeri Benû Seleme. Ayette:
"Allah onların yardımcısıdır" dendiği için bu ayet
hakkımızda inmemiş olsaydı sevinmezdim."
Buhari, Megâzi 18, Tefsir, Al-i İmran 8; Müslim, Fedailu's-Sahabe
171, (2505).
524 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Safvân İbnu Umeyye, Süheyl İbnu Amr ve
el-Hâris İbnu Hişâm'a beddua ediyordu. Bunun üzerine şu ayet
indi: "Allah'ın, onların tevbelerini kabul veya onlara azab
etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar
zalimlerdir" (Âl-i İmran, 128).
Buhari, Megazi 21, Tefsir, Al-i İmran 9; Tirmizi, Tefsir, Al-i İmran
(3007, 3008); Nesâî, Salat 121, (2, 203).
525 - Tirmizi'de geldiği üzere Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Uhud günü şöyle demiştir: "Ey Allahım, Ebu
Süfyan'a lânet et! Ey Allah'ım, el-Hâris İbnu Hişâm'a ln İbnu
Umeyye'ye lânet et!" Bunun üzerine: "Allah'ın onların
tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin
yoktur. Çünkü onlar zâlimlerdir" (Âl-i İmrân, 128)
mealindeki ayet indi.
Tirmizî, Tefsir, Âl-i İmrân (3007).
526 - Nesâî'de geldiğine göre, İbnu Ömer, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in sabah namazında başını sonuncu
rekatta kaldırdığı sırada "Ey Rabbim... lanet" diye
aynen yukarıdaki hadiste muhtevayı işittiğini söylemiştir.
Nesâî, Salât 121, (2, 203).
527 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ): "Hiçbir peygamber
ganimete ve millet malına hıyânet yaraşmaz" (Âl-i İmran,
161) ayeti, Bedir savaşı sırasında kaybolan kırmızı renkli bir
kadife parçası hakkında nazil olmuştu. Cemaatten bazısı "Belki
de Hz. Peygamber almıştır" demişti ki bunun üzerine
yukarıdaki âyet nazil oldu."
Ebu Dâvud, el-Huruf ve'l-Kırâat 1,(3971); Tirmizi, Tefsir, Âl-i
İmrân (3012).
528 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ashabına şöyle dedi: "Uhud'da
şehid olan kardeşleriniz var ya! allah, onların ruhlarını yeşil
kuşların içine koydu. Bunlar cennetin nehirlerine giden, cennet
meyvelerinden yiyen ve Arşın gölgesine asılmış altından
kandillere girip istirahat eden kuşlardır. Şehidler böylece güzel
güzel yiyip içip dinlenince şöyle dediler: Kardeşlerimize bizden
kim haber götürecek ve bildirecek ki bizler cennette dirileriz,
rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki onlar cennete karşı isteksiz
olmasınlar ve harpte korkak davranmasınlar!"
Allah Teâla onlara cevaben:
"Sizin haberinizi ben duyuracağım" buyurdu ve şu âyeti
indirdi: "Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın bilakis
onlar Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara
verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından
kenidlerine ulaşmayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve
kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler" (Âl-i
İmrân, 169).
Ebu Dâvud, Cihâd 27, (2520).
529 - Yine İbnu Abbas (radıyallahu anlümâ): "Halk onlara
"Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar,
onlardan korkun" dediler. Bu, onların imanını artırdı da:
"Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" dediler"
(Al-i İmran 173). ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: "Bunu
İbrahim (aleyhisselâm) ateşe atıldığı esnada söyledi, keza
aynı şeyi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), halk kendisine:
"İnsanlar size karşı toplandılar" dediği zaman
söyledi.
Buhari, Tefsir, Âl-i İmrân, 13.
530 - Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) zamanında bir kısım münâfıklar,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gazveye çıktığı vakit
ondan ayrılıp geri kalırlar ve Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a muhalefet edip kaldıkları için rahatlarlar,
sevinirlerdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye
dönünce de gelip andlar, yeminler içerek özürler beyan
ederlerdi. Bir de isterlerdi ki, yapmadıkları şeylere övgüye,
madh'u senaya mazhar olsunlar. Onların bu hali ile ilgili olarak şu
âyet nazil oldu: "Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla
övülmekten hoşlananların, sakın sakın onların azabtan
kurtulacaklarını sanma, elem verici azab onlaradır" (Âl-i
İmrân, 188).
Buhari, Tefsir, Al-i İmran 16, (6, 51); Müslim, Sıfatu'l-Münafikin
7, (2777).
531 - Humeyd İbnu Abdirrahman İbni Avf anlatıyor: Emevi halifesi
Mervân kapıcısına: "Ey Râfi! İbnu Abbâs (radıyallahu
anhümâ)'a git ve de ki: "Eğer bizden herkes, ettiği ile
sevinmesinden ve yapmadığı şeyle de övülmekten hoşlanmasından
dolayı azab görecekse, toptan hep azâba maruz kalacağız
demektir."
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) kendisine bu söylenince şöyle
dedi: "O ayetten size ne? O âyet, Ehl-i Kitap hakkında
inmiştir." Sonra şu âyeti okudu: "Allah kitap
verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve
gizlemeyeceksiniz diye ahid almıştı. Onlar ise, onu arkalarına
atıp, az bir değere değiştiler. Alış-verişleri ne kötüdür.
Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların,
sakın sakın onların azaptan kurtulacaklarını sanma, elem verici
azab onlaradır." (Âl-i İmrân, 187-188).
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) sözüne devam ederek şu
açıklamayı yaptı: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
onlara bir husus sordu, gerçeği gizleyip, değişik şekilde yanlış
cevap verdiler. Üstelik kendilerine sorduğu hususa verdikleri cevap
sebebiyle medhedilmeyi beklediklerini de iş'âr ettiler. Ayrıca
sorulan şeyi ona gizlemiş olmalarına da sevindiler."
Buhari, Tefsir, Al-i imran 16 (6, 51); Müslim, Sıfatu'l-Münafıkin
8, (2778); Tirmizi, Tefsir, Al-i İmran (3018).
532 - İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "İster, amelce iyi,
müttaki, isterse amelce kötü, facir kişi olsun, ölüm herkes
hakkında hayırlıdır" buyurduktan sonra şu ayeti okudu:
"İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz muhletin sakın
kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak,
günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Alçaltıcı azab
onlaradır, (Âl-i İmran, 178). Sonra da şu ayeti okudu: "Fakat
Rablerinden sakınanlara, Allah katından ziyafetler bulunan,
içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler
vardır. Allah katındaki şeyler iyi olanlar için daha hayırlıdır"
(Âl-i İmran, 198).
Rezin kaydetmiş fakat, kaynak vermemiştir. Ancak bunu Hâkim,
el-Müstedrek'te (2, 298) tahric eder.
533 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resûlü, Allahu Teâla'nın kadınları hicretle ilgili
olarak zikrettiğini hiç işitmiyorum, niçin? diye sordum.
Bu sorum üzerine şu âyet indi: "Rableri dualarını kabul
etti: Bir birinizden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın
olsun iş yapanın işini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin,
memleketlerinden çıkanların, yolumda ezâya uğratılanların,
savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. And
olsun ki, Allah katında bir nimet olarak, onları içlerinden
ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah
katındadır." (Âl-i İmrân, 195).
Tirmizi, Nisa, (3026).
NİSA SURESİ
534 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bir adamın
yanında yetime bir kız vardı. Onu kendisine nikâhladı. Kızın
meyve veren bir hurma ağacı vardı. Kız, o hurma ağacında olsun,
adamın başka malında olsun ona artaktı. Adam kızı kendisi için
tutuyor, kıza kendisinden (mehir olarak) bir şey vermiyordu. Bunun
üzerine şu âyet indi: "Eğer velisi olduğunuz mal sâhibi
yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız,
onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde
kadar evlenebilirsiniz..." (Nisa, 3),
Buhârî, Vesaya 21, Tefsir, Nisa 1, 23, Nikâh 1, 16, 19, 37; Hiyel
8; Müslim, Tefsir 6, 3018; Ebu Davud, Nikâh 13, 2068; Nesâî,
Nikâh 66 (6, 115, 116).
535 - Bir rivayette hadis şöyledir: "Yetime kız velisinin
terbiyesindedir. Velisi, kızın güzelliğine ve malına tamâh
etmekte (evlenmek istemekte)dir. Ancak mehrini tam değil, eksik
vermeyi düşünmektedir. Böyle veliler, yetimlere, mehri hususunda
adaletli davranmadıkça, yetimle evlenmeleri yasaklanmış, başka
kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir."
536 - Bir diğer rivayette, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) şöyle
demektedir: "Cenâb-ı Hakk'ın şu ayette: "Ey Muhammed!
Kadınlar hakkında senden fetva isterler, de ki: "Onlar
hakkında fetvayı size Allah veriyor: Bu fetva kendilerine yazılan
şeyi vermediğiniz ve kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim
kadınlara ve bir de zavallı çocuklara ve yetimlere doğrulukla
bakmanız hususunda Kitab'ta size okunandır.." (Nisa 127)
ayetinde atıfta bulunan bahis, önceki ayettir ki orada şöyle
denmektedir: "Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla
evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil,
hoşunuza giden başka kadınlarla iki, iç ve dörde kadar
evlenebilirsiniz."
Hz. Aişe (radıyallahu anha) devamla şunu söyledi: "Sonraki
ayette yani, "...kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim
kadınlara..." (Nisa, 127) ifadesinin geçtiği ayette, Cenab-ı
Hakk'ın mevzubahis ettiği arzu, kişinin terbiyesi altında bulunan
yetimenin malı ve güzelliği az olması halındeki arzudur. Bu
durumda onunla evlenmek istememektedir.
537 - Bir başka rivayette "Ey Muhammed! Kadınlar hakkında
senden fetva isterler..." (Nisa 127) ayeti ile ilgili Hz. Aişe
şu açıklamayı yapar: "Burada sözkonusu edilen, kişinin
terbiyesi altında bulunan vemalından kendisine ortak olan yetime
kızdır. Adam bu yetime ile evlenmeyi düşünmediği gibi,
başkasıyla evlendirip, yabancıyı malına ortak kılmak da
istememekte, yetimeyi ortada tutmaktadır. Cenâb-ı Hakk, mezkur
ayetle bu durumu yasaklamaktadır."
Ebu Dâvud merhum şu ilavede bulunur: Rebî'a, Cenâb-ı Hakk'ın
"Eğer velisi olduğunuz mâl sahibi yetim kızlarla evlenmekte
onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız..." sözü hakkında
şu açıklamayı yaptı: "Burada Allah Teâla şunu söylüyor:
"Korkuyorsanız bu yetimeleri serbest bırakın, (arada
tutmayın), ben size dört tanesini helal kıldım."
538 - Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) "Yetimleri, evlenme
çağına gelene kadar deneyin, onlarda olgunlaşma görürseniz
mallarını kendilerine verin, büyüyecekler de geri alacaklar diye
onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan iffetli olmağa
çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin..." (Nisa,
6), ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: "Bu âyet, yetime
bakan velinin fakir olması halinde, bakım hizmetine mukabil,
yetimin malından uygun şekilde yiyebileceğini beyân için nâzil
olmuştur."
Bir başka rivayette şöyle denir: "Velî, muhtaçsa, çocuğun
malından, malın miktarına göre uygun şekilde alır."
Buhârî, Büyû 95, Vesâya 23, Tefsir, Nisa 2; Müslim, Tefsir 10,
3019.
539 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Taksimde yakınlar
yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin, güzel
sözler söyleyin" (Nisa, 8) ayeti hakkında şu açıklamayı
yaptı: "Bu ayet muhkemdir ve mensuh da değildir. Bazıları
bunun mensuh olduğunu zanneder. Hayır, Allah'a kasem olsun mensuh
değildir. Ancak, bu ayet halkın hükmüyle amel etmemek suretiyle
kadrini idrak edemediği ayetlerdendir. Terekede tavarrufta bulunan
ve tereke ile ilgili işleri üzerine alan veli iki kısımdır:
1. Mala varis olan mutavarrıf veli, (mesela asabe gibi). İşte bu
veli (taksim sırasında hazır bulunan yakınlara, yetimlere ve
düşkünlere onların gönüllerini hoş edecek birşeyler) verir.
2. Mala varis olmayan veli (yetimin velisi gibi ki taksimde hayır
bulunanlara maldan bağışta bulunmak gibi tasarrufta bulunamaz.
Onlara bazı) tatlı sözü bu veli söyler. Mesela şöyle de:
Benim, sizlere birşeyler verme yetkim yok."
Buhari, Vesâya 18, Tefsir, Nisa 3.
540 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hastalanmıştım.
Geçmiş olsun demek üzere, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) yaya olarak bana uğradılar. Bize
geldikleri sırada baygınmışım. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) abdest aldılar ve abdest suyundan üzerime serptiler.
Bunun üzerine ayıldım. Karşımda Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı görmez miyim! Hemen sordum: "Ya Resûlullah
(görüyorsunuz ölmek üzereyim) malımı ne yapayım?"
Bana cevap vermede acele etmedi. Derken miras âyeti geldi: "(Ey
Muhammed!) Senden fetva isterler, de ki: "Allah size ikinci
dereceden mirascılar hakkında fetva veriyor: Şayet çocuğu
olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse ölürse, bıraktığının
yarısı kız kardeşe kalır. Fakat kız kardeşinin çocuğu yoksa,
kendisi ona tamamen varis olur. Eğer kız kardeşi kalmışsa,
bıraktığının üçte ikisi onlaradır. Eğer mirasçılar erkek
ve kadın kardeşlerse, erkeğe, iki kadının hissesi kadar vardır.
Doğru yoldan saparsınız diye Allah size açıklıyor. Allah her
şeyi bilir" (Nisa, 176).
Bir rivayette şöyle denmektedir: "...(Sorum üzerine) feraiz
ayeti indi." Bir başka rivayette de: "Allah çocuklarınız
hakkında erkeğe, iki kızın hissesi kadar tavsiye eder..."
(Nisa11) ayeti indi" denir.
Tirmizi'nin rivayetinde Câbir hazretleri (radıyallahu anh) şöyle
der: "Benim yedi tane kızkardeşim vardı..."
Ebu Dâvud'un rivayetinde şu ayetin nazil olduğu belirtilir: "
Senden fetva isterler, de ki: Allah size ikinci derece mirascılar
hakkında fetva veriyor..." ikinci derece mirascılar:
Kendisinin çocuğu olmayıp kız kardeşleri olan kimse.
Buhâri, Vudû 44, Tefsir Nisa 4, Marda5, 15, 21, Feraiz, giriş
kısmı, 13, İ'tisam 8, Müslim, Feraiz 5, 1616; Tirmizi, Feraiz 7,
2098; Tefsir, Nisa 3019 H; Ebu Davud, Feraiz 2, 2886; 3, 2887.
541 - Yukarıdaki Câbir (radıyallahu anh) hadisi, bir rivayette
şöyle gelmiştir: "Rahatsızlanmıştım. Tam o sırada yedi
kızkardeşim vardı, benim yanımda idiler. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yanıma girdiler. Girince ilk iş yüzüme
(okuyup) üfledi. Hemen ayıldım. Ayılır ayılmaz: "Ey
Allah'ın Resûlü, kızkardeşlerim için malımın üçte ikisini
vasiyet edeyim mi?" dedim. Bana: "İhsanda bulun!"
dedi. Ben: Öyleyse yarısını? dedim. Resûlullah "İhsanda
bulun" dedi. Sonra beni bıraktı ve çıkarken şöyle dedi:
"Bu ağrıdan ölmeyeceksin. Allah Teâla kızkardeşlerine
vermen gereken miktar hususunda açıklayıcı ayet indirdi. Onların
hissesini üçte iki kıldı."
Câbir (radıyallahu anh) şu âyet benim hakkımda indi derdi:
"Senden fetva isterler, de ki Allah size ikinci dereceden
mirasçılar hakkında fetva veriyor..." (Nisa 176).
542 - Yine Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir kadın
iki kızıyla gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, bu iki kız Sâbit
İbnu Kays'ın kızlarıdır. Babaları Uhud'da seninle beraber cihâd
ederken şihid oldu. Kızların amcası, babalarından kalan malların
ve miraslarının tamamını aldı ve kızlara hiçbir şey
bırakmadı. Bu hususta ne dersiniz ey Allah'ın Resûlü. Allah'a
yemin ederim bunlar malları olmadıkça asla evlenemezler de!"
dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bunlar hakkında Allah
hükmeder" cevabını verdi. Arkadan Nisa suresi nazil oldu:
"Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın hissesi
kadar tavsiye eder..." (Nisa 11).
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bana kadını ve
sahibini çağırın!" emretti. Çocukların amcasına:
"Babalarından kalan malın üçte ikisini kızlara, sekizde
birini kızların annesine ver, geriye kalan da senindir" dedi.
Ebu Davud, Ferâiz 4, 2891. Metin Ebu Davud'a aittir. Tirmizi, Ferâiz
3, (2093).
543 - Ubâdetu'bnu's-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir vahiy geldiği
zaman, vahiy sebebiyle onu bir gam ve keder alır, yüzünün rengi
uçardı. Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti ki aynı han
onu sardı. Keder hali açılınca: "(Zina haddiyle ilgili
hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok
açık şekilde had beyan etti): Bekâr bekârla zina yapmışsa
cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dilla zina yaparsa
yüz sopa ve recm'dir."
Müslim, Hudud 13, 1690. H. Ebu Davud, Hudud 23, 4415; Tirmizi, Hudud
8, 1434.
544 - İbnu Abbas: "Ey iman edenler! kadınlara zorla mirasçı
olmaya kalkmanız size helal değildir. Apaçık hayasızlık
etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz
için onları sıkıştırmayın..." (Nisa 19) ayeti hakkında
şu açıklamayı yaptı: "Cahiliye devrinde bir erkek ölünce,
karısı üzerinden en ziyade onun yakınları hak sahibi idiler:
Onlardan biri dilerse onunla evlenir, dilerse kadını bir başkasıyla
evlendirirlerdi, dilemedikleri takdirde de evlenmesine mâni
olurlardı. Erkeğin yakınları bu hususta, kadını akrabalarından
da çok hak sahibi idiler. Yukarıdaki ayet bu durumla ilgili olarak
indi."
Buhari, Tefsir, Nisa 6, İkrah 5; Ebu Davud, Nikah 23, 2089 H.
545 - Ebu Dâvud'da gelen bir diğer rivayette şöyle denir: "Erkek,
akrabasının hanımına varis olur, kadın ölünceye veya mehrini
kendisine iade edinceye kadar müşkülat çıkarırdı. Cenâb-ı
Hakk buna mani oldu ve kadına uygulanan engeli yasakladı."
Ebu Davud, Nikah 23 (2090).
546 - Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Ey iman edenler,
birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin. Meğer ki, (o
mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret
(malı) ola..." (Nisa 29) ayetiyle ilgili olarak şu açıklamayı
yaptı: "Bu ayet indiği zaman kişi, bir başkasının yanında
yemeyi nefsine haram etti. Sonra Cenâb-ı Hakk bu âyeti Nûr
suresinde yer alan şu ayetle neshetti: "...Evlerinizde veya
babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek
kardeşlerinizin evlerinde veya kızkardeşlerinizin evlerinde veya
amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya
dayılarınızın evlerinde, veya teyzelerinizin evlerinde veya
kahyası olup anahtarlar elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın
evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir ara veya
ayrı ayrı yemenizde bir sorumluluk yoktur" (Nur 61). Bundan
önce zengin kişi, ehlinden olan kimseyi yemeğe davet ederdi de
çağrılan kimse:
-(Nisa suresindeki ayeti gözönüne alarak): Benim bundan yemem
günahtır, zira fakirin bundan yeme hakkı benden fazladır"
derdi. (Nur suresindeki) bu ayetle, Müslümanlara (ayette sayılan
kimselere ait olmak üzere) üzerine Allah'ın ismi zikredilen
yemeklerinden yemeleri helal kılındığı gibi, ehl-i kitabın
yiyecekleri de helal kılındı."
Ebu Dâvud, Et'ime 6, (3753).
547 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Beş ayet
vardır ki onları bütün dünya ve içindekilerle değişmem.
Bunlar şunlardır:
1. "Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız,
kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz"
(Nisa 31)
2. "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar
iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapana büyük ecir verir"
(Nisa 4).
3. "Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle, itaat olunması
için gönderdik. Onlar, kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip
Allah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret
dileseydi, Allah'ın tevbeleri dâima kabul ve merhamet eden olduğunu
görürlerdi" (Nisa 64).
4. "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz,
bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan
kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur" (Nisa
18).
5. "Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de, sonra
Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve merhamet
sâhibi olarak bulur" (Nisa 110).
Rezin tahric etmiştir.
548 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) validemiz anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resûlü, dedim, erkekler cihâda çıkıyorlar, kadınlar
cihâd yapmıyor, biz kadınlara mirasdan da yarım veriliyor."
Bunun üzerine Rabb Teâla şu ayeti inzal buyurdu: "Allah'ın
sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin. Erkeklere
kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay
vardır. Allah'tan bol nimet isteyin. Doğrusu Allah herşeyi bilir"
(Nisa 32).
Mücahid der ki: "Cenab-ı Hakk şu ayeti de Ümmü Seleme
hakkında inzal buyurdu: "Doğrusu erkek ve kadın Müslümanlar,
erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar; doğru
sözlü erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar,
oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve
kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah
bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır" (
Ahzâb 35). Ümmü Seleme Medine'ye hicretle gelen ilk kadındır."
Tirmizi, Tefsir, Nisa (3025).
549 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Ana-babanın ve
yakınların bıraktıklarından herbirini mevâliye kıldık..."
(Nisa, 33) ayetindeki mevaliye tabirini varisler olarak tefsir
etmiştir. Keza ayetin devamında geçen "yeminlerinizin
bağladığı kimselere haklarını verin" ibaresindeki
"yeminlerinizin bağladığı kimseler" tabiriyle ilgili
olarak da şu açıklamayı yapmıştır: "Mekkeli muhacirler
Medine'ye geldikleri vakit, muhacir bir kimse Medineli bir ensari'ye
-Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın aralarında tesis ettiği
kardeşlik sebebiyle- kendi kan yakınlarından önce varis olurdu.
Ancak: "Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, her
birine varisler kıldık..." (Nisa 33) ayetiyle bu muamele
neshedildi. Kelâm-ı ilâhi'de geçen "yeminlerinizin
bağladığı" tabiriyle ifade edilen "muâhattan gelen
kardeşlik hukuku" birbirinize yardım, rifâde (hacılara
toplanan yardım, destek), bir de nasihat ve hayırhahlığa
münhasırdır. Artık hukuki olan tevarüs kalkmıştır. Ancak kişi
ihtiyari olarak vasiyette bulunabilir."
Buhari, Tefsir, Nisa 7, Kefalet 2, Feraiz 16; Ebu Davud, Feraiz 16,
(2921, 2922).
550 - Ebu Dâvud'un bir başka rivayetinde şu açıklama vardır:
"Yeminlerinizin bağladığı kimseler" (tabirine gelince
bununla şu kastediyor: İslâm'ın bidâyetinde) kişi, aralarında
hiçbir neseb bağı bulunmayan bir başkası ile anlaşma yoluyla
hukuki bir bağ kurup biri diğerine vâris olabiliyordu. Bu
müessese, Enfal suresinde gelen şu ayetle neshedildi: "...Ve
zevil erham (birbirine mirasçı olan akraba), Allah'ın Kitabı'na
göre birbirine daha yakındır..." (Enfal 75).
Ebu Davud, Feraiz 16 (2921).
551 - Dâvud İbnu'l-Husayn anlatıyor: Ümmü Sa'd Binti Rebî'ye
Kur'ân'dan okuyordum. Bu kadın Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk
(radıyallahu anh)'in terbiyesinde yetişen bir yetime idi. Ben Nisa
suresinin 33. ayetini "vellezîne âkadet eymânukum" diye
okuyunca müdahele edereke: "Öyle okuma fakat "vellezîne
akadet eymânukum" diye oku. Bu âyet Hz. Ebu Bekir ve oğlu
Abdurrahmân hakkında nazil oldu. Oğlu, İslâm'ı kabul etmeyince
Hz. Ebu Bekir, ona miras bırakmayacağım diye yemin etmişti.
Bilâhare Abdurrahman Müslüman olunca, Cenâb-ı Hakk, mirasdan
nasibini ayırması için Hz. Ebu Bekir'e bu âyetle emir buyurdu"
dedi.
Bir rivayette şu ilave açıklama yapılmıştır: "Abdurrahman'ın
İslâm'a girişi Müslümanların maddi galebesine kadar gecikti."
Ebu Dâvud, Ferâiz 16. (2923).
552 - Hz. Enes (radıyallahu anh) "Allah, şüphesiz zerre kadar
haksızlık etmez, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve
yapana büyük ecir verir" ayeti ile ilgili olarak Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle dediğini rivayet etti: "Allah
hiçbir mü'mine, yaptığı tek hayrın bile karşılığını ihmal
etmek suretiyle zulümde bulunmaz. Yaptığı her hasenenin karşılığı
hem dünyada hem de ahirette kendisine verilir. Kâfir ise, yaptığı
hayır sebebiyle dünyada öylesine yedirilir ki, ahirete varınca,
karşılığı verilecek tek hayrı kalmaz."
Müslim, Sıfatu'l-Münâfıkin 56, (2808).
553 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, Hz. Ali (radıyallahu
anh): "Karı-kocanın arasının açılmasından
endişelenirseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının
ailesinden bir hakem gönderin, bunlar düzeltmek isterlerse, Allah
onların aralarını buldurur" (Nisa 35) ayetinde temas edilen
iki hakem hakkında "karı-kocanın ayrılma veya birleşme
kararları bu iki hakemin vereceği hükme kalmıştır" diye
beyanda bulunmuştur.
Muvatta, Talâk 72 (2, 584).
554 - Ebu Hürre er-Rakkâşî, amcasından (radıyalluhu anh) naklen
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Şerlerinden,
serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince: Onlara
(evvela) öğüt verin, (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklarında
yalnız bırakın..." (Nisa, 34) ayeti hakkında şunu
söylemiştir: "Kadınların serkeşlik etmelerinden yılarsanız
yatakta onları yalnız bırakın."
Hammâd merhûm, yatakta yalnız bırakmayı "cinsi teması
terketmek" olarak anlamıştır.
Ebu Dâvud, Nikah 43 (2145).
555 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu Avf
(radıyallahu anh) bizim için yemek hazırlayarak bizi davet etti,
gittik, yemeği yedik. Arkadan şarap ikram etti, içtik. Bu ziyafet
şarabın haram edilmesinden önce idi. Şarab beni sarhoş etmişti.
Namaz vakti gelince imam olmamı istediler. Namazda Kâfirûn
suresini okudum. Ancak "sizin taptığınıza ben tapmam"
diyecek yerde "biz, sizin taptığınıza taparız"
şeklinde yanlış okudum. Bunun üzerine: "Ey iman edenler!
Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken -yolcu olan
müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın..." ayeti nazil
oldu."
Ebu Davud, Eşribe 1, (3671); Tirmizi, Tefsir, Nisa (3029). Tirmizi
hadisin sahih olduğunu belirtir.
556 - Ebu Dâvud'da şu rivayet de var: Ensârdan bir zat kendisine
(Hz. Ali'yi) ve Abdurrahmân İbnu Avf'ı yemeğe çağırdı.
"Rivâyet, Hz. Ali'nin icabet ettiğini, akşam namazında
cemaate imamlık yaptığını belirtir ve hadisi(n devamını
yukarıdaki gibi) zikreder.
Ebu Dâvud, Eşribe 1, (3671).
557 - Yine Hz. Ali (radıyallahu anh) buyuruyor: "Kur'ân-ı
Kerîm'de en çok sevdiğim ayet şudur: "Allah, kendisine ortak
koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine
bağışlar..." (Nisa, 48).
Tirmizi, Tefsir, Nisa, (3040).
558 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Ey iman
edenler, Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sâhibi
olanlara itaat edin" (Nisa 59) ayeti, Abdullah İbnu Huzâfe
İbni Kays İbni Adiy es-Sehmî hakkında, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) onu bir seriyyeye gönderdiği esnada nâzil oldu."
Buhâri, Tefsir, Nisa 11; Müslim, İmâret 31, (1834); Ebu Dâvud,
Cihad 96, (2624); Tirmizi, Cİhâd 3, (1672); Nesâî, Bey'at 28 (7,
154, 155).
559 - Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh): "Size ne oluyor da:
"Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından
bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet"
diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah
yolunda savaşmıyorsunuz?" (Nisa 75) ayetiyle ilgili olarak
şunu söyledi: "Annem ve ben burada ifade edilen "zavallılar"
arasında idik."
Buhari, Tefsir, Nisa 14, 20; Cenâiz 80.
560 - Buhari'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: İbnu Abbas
(radıyallahu anh): "Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı
erkek, kadın ve çocuklar müstesna" (Nisa 98), ayetini tilavet
buyurduktan sonra: "Ben ve annem Allahu Teâla'nın mazur
addettiklerindendik, ben çocuklardan, annem kadınlardan mâzurdu"
dedi.
Buhari, Tefsir Nisa 14, 20.
561 - Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Abdurrahmân
İbnu Avf ve bir kısım arkadaşları, Mekke'de Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek şöyle dediler: "Biz
müşrik iken izzet ve itibarı olan kimselerdik. Müslüman olduktan
sonra zelil duruma düştük. (Müsaade edin müşriklere karşı
koyalım). Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onlara: "Ben
affetmekle emrolundum. Sakın müşriklerle mücâdeleye kalkmayın"
dedi. Ancak, Medine'ye hicretten sonra Cenab-ı Hakk cihad emretti.
Bu sefer onlar durakladılar. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:
"Kendilerine: "Elinizi savaştan çekin, namaz kılın,
zekat verin" denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz
kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan,
Allah'tan korkar gibi hatta daha çok korkarlar ve "Rabbimiz!
bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar
te'hir edemez miydin?" derler. Ey Muhammed de ki: "Dünya
geçimliği azdır, ahiret, allah'a karşı gelmekten sakınan için
hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez" (Nisa, 77).
Nesâî, Cihâd 1, (6, 3).
562 - Hârice İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Zeyd
İbnu Sâbit (radıyallahu anh)'i şöyle derken dinledim: "Kim
bir mü'mini kasden öldürürse cezâsı, içinde temelli kalacağı
cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lânetlemiş ve büyük azab
hazırlamıştır" (Nisa, 93) ayeti, Furkân suresindeki "Onlar,
allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Allah'ın
haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar..." (Furkân 68)
ayetinden altı ay kadar sonra nâzil oldu."
Nesâî merhumun bir rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Kim bir
mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı
cehennemdir" ayeti indiği zaman (ayette ifade edilen şiddet
sebebiyle) çok korktuk. Bunun üzerine (bize rahatlık getiren)
Furkân suresindeki "Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı
tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere
kıymazlar..." ayeti nazil oldu."
Ebu Dâvud, Fiten 6, (4272); Nesâî, Tahrimu'd-Dem 2, (7, 87, 88).
563 - Sa'îd İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu
Abbas (radıyallahu anhümâ)'a: "Bir mü'mini kasden öldürenin
tevbesi makbul olur mu?" diye sordum da bana "Hayır!"
diye cevap verdi. Ben de kendisine, Furkân suresindeki: "Onlar
ki Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın
haram kıldığı cana kıymazlar... Ancak tevbe eden, inanıp,
yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini
iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder"
(Furkan, 68-70) ayetini okudum. Bana şu cevabı verdi. "Senin
okuduğun ayet Mekke'de nâzil olmuştur. Onu Medine'de nazil olan:
"Kim bir mü'mini kasden öldürürse, cezası, içinde ebedî
kalacağı cehennemdir..." (Nisa, 93) ayeti neshetmiştir."
Buhari, Menâkıbu'l-Ensar 29, Tefsir, Nisa 16, Tefsir, Furkan 2, 3,
4; Müslim, Tefsir 16, (3023); Ebu Davud, Fiten 6, (4273, 4274,
4275); Nesâî, Tahrimü'd-Dem 2, (7, 85, 86).
564 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Şu
âyet: "Onlar Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona
yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere
kıymazlar, zina etmezler. Bunları yapan, günaha girmiş olur.
Kıyamet günü azabı kat kat olur, orada alçaltılarak ebedî
kalır" (Furkan 68-69) ayeti Mekke'de nazil olduğu zaman
müşrikler şöyle dediler: "İslâmiyet bize ne bahşediyor?
(Hep azab vaad etmekte. Zira) biz Allah'a şirk günahını işledik.
Allah'ın haram ettiği cana kıydık, diğer bir çok kötülüklere
bulaştık." Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk şu ayeti indirdi:
"Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenler var ya, işte
Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar
ve merhameteder" (Furkan 70).
Bir rivayette şu ziyade var. "Kim İslâm'a girer ve onu idrak
eder, sonra da katil olursa onun tevbesi kabul olmaz."
565 - Ebu Dâvud'dan gelen bir rivayette de şöyle denmektedir. "Kim
kasıtlı olarak bir mü'mini öldürürse, onun günahını hiçbir
şey ortadan kaldırmaz."
Fiten 6, 4275.
566 - Nesâî ve Tirmizi'den gelen bir rivayette şöyle denir: "İbnu
Abbas (radıyallahu anhümâ)'a bir mü'mini kasıtlı olarak öldürüp
sonra tevbe edip, imana giren, güzel ameller işleyen ve hidayete
eren bir kimse hakkında soruldu. Şu cevabı verdi: "Buna nasıl
tevbe olur? Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i şöyle
söylerken işittim: "Maktûl, avurtları kana bulanmış olan
kâtile asılı olarak getirilir. Kâtili şöyle şikayet eder: "Ey
Rabbim, buna sor bakalım beni niçin öldürdü, suçum ne idi?"
İbnu Abbas (radıyallahu anh) ilave etti: "Allah'a kasem olsun,
Allah bu hükmü indirdi, fakat neshetmedi."
Bu Nesâî'nin rivayetidir. Nesâî, Tahrîmu'd-Dem 2, (85-87).
567 - Ebu Miclez merhum, "Kim bir mü'mini kasden öldürürse
cezası içinde ebedî kalacağı cehennemdir" ayeti hakkında
şöyle söylemiştir: "Evet, bu cürmün cezası budur. Ancak,
Allah dilerse onun bu cezasını affeder."
Ebu Dâvud, Fiten 6, (4276).
568 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Müslümanlardan
bir grup, (gazve sırasında) sürüsünü otlatan bir kimseye
rastladılar. Adam, onlara es-selamu aleyküm diyerek (İslâmî
âdaba uygun) selam verdi. Ama onlar adamı yakalayıp öldürdüler
ve sürüsüne elkoydular. Bunun üzerine şu ayet indi: "Ey
iman edenler: Allah yolunda cihâda çıktığınız zaman
(meselelerin) tam bir açıklanmasını bekleyin. Size (Müslümanca)
selam verene, dünya hayatının (geçici) menfaatini arayarak, "sen
mü'min değilsin" demeyin. İşte Allah'ın katında birçok
ganimetler vardır. Evvelce siz de böyle iken Allah size
lutfetti..." (Nisa, 94).
İbnu Abbâs ayeti okudu ve ayette geçen ve Nafi kıraatına göre
esselem olan kelimeyi es-selâm olarak kıraat buyurdu.
Buhâri, Tefsir Nisa 17; Müslim, Tefsir 22, (3025); Ebu Davud, Huruf
ve'l-Kıraat 1 (3974). Yukarıdaki metin Sahiheyn'e aittir.
569 - Tirmizi'den gelen rivayette şöyle denir: "Benu
Süleym'den bir kimse, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
ashabından bir gruba uğradı. Adamın beraberinde sürüsü vardı.
Gruba selam verdi. Ancak onlar: "Bu adam kendisini size karşı
emniyete almak için böyle (İslâmca) selam verdi. (Bu Müslüman
değildir) dediler ve kalkıp adamı öldürüp sürüsüne el
koydular. Sürüyle birlikte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
geldiler. Ancak haklarında Cenab-ı Hakk vahiy inzal buyurdu."
570 - Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Mikdâd (radıyallahu
anh)'a: "Bir kimse içinde yaşadığı kafirlere karşı
imanını gizler, (sen karşılaştığın zaman) imânını açığa
vurursa (sakın öldürme. Bu hayatını kurtarmak için mü'minim
dedi, diyerek onu) öldürecek olursan (cinayet işlemiş olursun).
Nitekim, Mekke'de iken, bir zamanlar sen de imanını gizlemiştin"
Buhârî, Diyât 1.
571 - Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma): "Mü'minlerden
özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda
mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz" (Nisa, 95)
ayetini Bedir savaşına katılanlara uygulayarak şöyle demiştir:
"Bedir savaşına gitmeyip (evlarinde) oturanlarla ona
katılanlar bir olmaz" (Bu rivayet Buhâri'ye aittir).
Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var:
Bedir Gazvesi olduğu zaman Abdullah İbnu Cahş ve İbnu Ümmi
Mektum: "Ey Allah'ın Resûlü, biz âmâyız, bize bir ruhsat
var mı?" dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: "İnsanlardan
özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah
yolunda cihad edenler birbirine eşit değildir. Allah, mal ve
canlarıyla cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün
kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vaadetmiştir, ama Allah,
cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve
rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder."
(Nisa, 95-96).
Buhari, Meğazi 4; Tefsir, Nisa 18; Tirmizi, Tefsir, Nisa, (3035).
572 - el-Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Mü'minlerden
oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir
olmaz" (Nisa, 95) ayeti nazil olduğu zaman Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) Zeyd (radıyallahu anh)'i çağırdı.
Zeyd bir kürek kemiği ile, ayeti yazmaya geldi. Bu sırada İbnu
Mektum gözlerinin âmâ oluşundan yakınıyordu. Bunun üzerine
âyetin devamında özür sahipleri istisna edildi: "Mü'minlerden,
özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda
mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz.."
Buhari, Cihad 31, Tefsir, Nisa 18, Fezâilu'l-Kur'ân 4; Tirmizi,
Cihad 1 (1670), Tefsir, Nisa (3034); Nesai, Cihad 4, (6, 10).
573 - Etbauttâbiin'den Muhammed İbnu Abdirrahman anlatıyor:
(Abdullah İbnu Zübeyr'in hilâfeti sırasında Şamlılara karşı
gönderilmek üzere) Medine halkından askeri bir birlik teşkili
kararlaştırıldı. Birliğe de yazıldım. Bu esnada İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'ın azadlısı İkrime ile karşılaştım,
durumu ona anlatmıştım. Bu sefere katılmayı bana şiddetle
yasakladı. Sonra da şunu anlattı: "İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) bana haber verdi ki: "Müslümanlardan bir grup
(Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde) müşriklerle
berâberdi ve onların sayılarını artırıyorlardı. Müşriklere
atılan ok, bazan gelip onlardan birine isabet etip öldürdüğü
oluyordu. Kılıç darbeleriyle hayatlarını kaybedenler de vardı.
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu ayeti indirdi: "Kendilerine
yazık edenlerin canlarını melekler aldıkları zaman onlara: "Ne
yaptınız bakalım? deyince, "Biz yeryüzünde zavallı
kimselerdik" diyecekler, melekler de: "Allah'ın arzı
geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" cevabını
verecekler, onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü
dönülecek yerdir" (Nisa, 97).
Buhari, Tefsir, Nisâ 19; Fiten 12.
574 - İbnu Abbas (radıyallahu anh) "...Yağmurdan zarar
görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza
engel yoktur. Fakat bütün ihtiyat tedbirlerini alın..." (Nisa
102) ayeti Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) hakkında, o
yaralı iken nâzil oldu" demiştir.
Buhari, Tefsir, Nisa 22.
575 - Ya'la İbnu Ümeyye anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab
(radıyallahu anh)'a: "Ayet-i kerime'de: "Yerzüzünde
sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size fenalık yapacağından
endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal
yoktur" (Nisa, 101) buyuruluyor. Şimdi ise halk emniyet
içerisinde, buna rağmen, sefer hâlinde niye namaz kasrediliyor
(kısaltılıyor)" diye sordum. Bana şu cevabı verdi:
"Senin gibi, ben de aynı şekilde merak ederek, bu meselede
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sormuştum. Bana şu
açıklamayı yapmıştı: "Namazın kısaltılması, Allah'ın
sizlere yaptığı bir sadakadır. Rabbinizin sadakasını kabul
edin."
Müslim, Salatu'l-Müsafirin 4, (686); Tirmizi, Tefsir, Nisa (3037);
Ebu Dâvud, Salat 270, (199); Nesâî, Taksiru's-Salat 1 (3, 116).
576 - Ümeyye İbnu Abdillah İbnu Hâlid merhumun anlattığına
göre Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e şöyle
demiştir:
"-Cenâb-ı Hakk âyeti kerimede: "Kafirlerin size fenalık
yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize
bir vebal yoktur" (Nisâ, 101) diyerek (savaş ve korku halinde)
kısaltmaya izin verdiği halde, seferde namaz neye dayanılarak
kısaltılır?"
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şu cevabı verdi:
"- Ey kardeşimoğlu! Bizler hep dalâlette iken Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bize geldi ve dinimizi öğretti. Bize
öğrettikleri arasında namazı sefer sırasında iki rekat kılmak
da var."
Nesai'de yer alan rivayet (Taksiru's-Salât Fi's-Sefer 1 (3, 117)) bu
manadadır. Hadisin lafzen bu şekli Nesâî'nin es-Sünenü'l-Kübra'da
yer almış olabilir.
577 - Katâde İbnu'n-Nu'mân (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Kendilerine Benu Übeyrik denen bizden bir âile halkı vardı.
Ferdlerinin isimleri Bişr, Büşeyr ve Mübeşşir idi.
Büşeyr münâfık bir kimseydi. Şiir düzer, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashâbını (radıyallahu anh)
hicveder, sonra da bu şiiri bir Arab'a nisbet edip: Falanca şöyle
dedi, fişmakanca böyle dedi (diye onlardan naklederek kendi yazdığı
hicviyeleri okurdu). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
ashabı bu şiirleri duyunca tanırlar ve: "Allah'a kasem olsun
bu şiiri şu habis heriften başkası söylemez -ravi şüphe
ediyor: "şu habis herifi" mi derlerdi, yoksa "şu
herif" mi derlerdi diye- "onu mutlaka İbnu'l- Übeyrik
söyledi" derlerdi.
Bu aile, cahiliye devrinde de İslâm döneminde de hep fakir ve
ihtiyaç içinde kaldı. O zaman Medine'de halkın gıdasını hurma
ve arpa teşkil ediyordu. Kişi zenginse, beyaz un tüccarı geldiği
vakit, o undan satın alır, böylece zenginliğini izhâr ederdi.
Fakirlerin yiyecekleri ise hurma ve arpa idi.
Bir seferinde Şam'dan bir tüccar geldi. Amcam Rifâ'a İbnu Zeyd
bir yük beyaz un aldı. Onu meşrübe denen tenezzüh odasına
koydu. Meşrübesinde silah, zırh ve kılınç vardı. Bir gece
evine giren hırsızlar meşrübeyi yarıp yiyecek, silah orada ne
varsa alıp götürdüler. Sabah olunca amcam Rifa'a bana uğradı
ve: "Ey yeğenim, geceleyin evime hırsız girmiş, meşrübemizi
yardılar, silah, yiyecek ne varsa götürdüler" dedi. Biz de
mahallede bir araştırma yaptık, soruşturduk. Bize: "Bu gece
Benu Ubeyrik'leri gördük, ateş yakıyorlardı. Gördüklerimizin
bir kısmı mutlaka sizin yiyecekleriniz idi" dediler.
Biz mahallede soruşturma yaparken, Benu Übeyrik de: "Allah'a
kasem olsun, biz (bu işin faili olarak) dostunuz Lebid İbnu Sehl'i
görüyoruz" dediler.
Lebid İbnu Sehl bizden birisiydi, sâlih ve Müslüman bir kimseydi.
Lebid onların sözünü işitince kılıncını çekti: "Yani
ben mi çaldım? Allah'a yemin olsun ya bu hırsızlığı
açıklayacaksınız ya da bu kılınçla sizi deşeliyeceğim"
dedi.
Onlar: "Be adam senden bize ne, sen kim, hırsızlık kim"
diye lafı çevirdiler.
Mahallede iyice soruşturuyorduk. Sonunda hırsızlığı bunların
yaptığı hususunda şüphemez kalmadı. Amcam bana: "Ey
yeğenim, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a kadar gidip,
durumu anlatmaz mısın?" dedi. Ben de O'na gelip: "Bizden
bir aile zalimlik yaptı, amcam Rifa'a'yı hedef kılıp meşrübesini
yardılar. İçinde silah, yiyecek ne varsa aşırdılar. Hiç
olmazsa silahımızı iade etsinler, yiyeceğe ihtiyacımız yok, onu
istemiyoruz" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben
bunu emredeceğim" dedi.
Benü Übeyrik bunu duyunca, Esîr İbnu Urve adındaki adamlarına
gelip bu hususta kendisiyle konuştular.
Mahalle halkından bir grup bu meselede ittifak edip: "Ey
Allah'ın Resûlü, Katâde ve amcası bizden salih ve Müslüman bir
aile halkını hedef alıp hiçbir delil ve hüccete dayanmadan
iftira atıp hırsız diyor" dediler.
Katâde: "Ben de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gidip
kendisiyle konuştum. Bana: "Müslüman ve sâlih oldukları
söylenen bir aileyi hedef yapıp delil ve hüccet olmadan
hırsızlıkla mı itham ediyorsun?" dedi. Ben de oradan ayrılıp
eve döndüm. "Keşke bir çok malım gitseydi de bu hususta
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a söylememiş olsaydım"
diye içten temenni ettim. Derken amcam geldi ve "Yeğenim ne
yaptın?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
bana söylediklerini anlattım. Amcam bana: "Allah
yardımcımızdır" dedi. Aradan çok geçmeden şu âyet indi:
"(Ey Muhammed!) Doğrusu insanlar arasında Allah'ın sana
gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitab'ı sana hak olarak indirdik;
hakkı gözet, hainlerden taraf (yani Benû Übeyrik tarafında)
olma. (Katâde'ye söylediğin söz için) Allah'tan mağfiret dile.
Allah bağışlar ve mağfiret eder. Kendilerine hainlik edenlerden
yana uğraşmaya kalkma. Allah hainlikte direnen suçluyu sevmet.
Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken onu insanlardan
gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar.
Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. İşte siz, dünya
hayatında onları müdafaa ediyorsunuz, ama kıyamet günü onları
Allah'a karşı kim müdafaa edecek? Veya onların vekaletini kim
üzerine alacak? Kim kötülük işler, kendine yazık eder de sonra
da Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı mağfiret ve merhamet
sahibi olarak bulur" (yani "Eğer onlar tevbe ederse Allah
onları bağışlayacaktır"). "Kim günah işlerse bunu
ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah bilendir, Hakimdir. Kim
yanılır veya suç işlerde sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa,
şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur"
(Lebid'e söyledikleri söz). "Ey Muhammed! (Eğer sana Allah'ın
bol nimeti ve rahmeti olmasaydı onlardan birtakımı seni sapıtmaya
çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını
saptıramazlar. Sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve
hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana
olan nimeti ne büyüktür. Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı
ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna,
onların gizli toplantılarının çoğunda hayır yoktur. Bunları
Allah'ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz"
(Nisa 104-114).
Bu ayetler nazil olunca Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
silahlar getirildi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onları
Rifâa'ya geri verdi.
Katâde devamla dedi ki: "Ben silahı amcama getirip verdim.
Amcam cahiliye devrinde yaşlanmış veya (ravilerden Ebû İsa'nın
tereddüdüne göre) gözleri çok zayıf gören bir ihtiyardı. Bu
sebeple ben onun Müslümanlığını biraz karışık görüyordum.
Ne var ki silâhı kendisine teslim ettiğim zaman bana: "Ey
yeğenim, bunu Allah için bağışladım" dedi. O zaman anladım
ki, imanı sağlammış.
Yukarıdaki ayetler inince Büşeyr, müşriklere iltihak etti. Gidip
Sülâfe Bintu Sa'd İbni Sümeyye'ye misafir oldu. Bunun üzerine
Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Doğru yol kendisine apaçık
belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan
başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu
cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir. Allah
kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan
başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan derin bir
sapıklığa sapmış olur." (Nisa, 115-116).
Büşeyr, Sülâfe'nin yanına misafir olarak inince, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şairi Hassân İbnu Sâbit
(radıyallahu anh) kadını taşlayıcı şiirler yazdı. Bunlar
kulağına gelince, Sülafe, Büşeyr'in havıdını başının
üzerine koyup götürdü ve sel yatağına fırlattı. Sonra
kendisine şunu söyledi: "Defol! Bana Hassân'ın şiirini
hediyeden başka bir hayır getirmedin"
Tirmizi, Tefsir, Nisa (3039).
578 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kim fenalık
yaparsa cezasını görür. Kendisine Allah'tan başka ne dost ne de
yardımcı bulur" (Nisa 123) meâlindeki ayet nazil olduğu
zaman, Müslümanları çok ciddi bir kedere sevketti. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle tavsiye etti:
"Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın.
Mü'mine musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir
kefaret olur. Musibet, beklenmedik bir hadise olmuş, ayağına batan
bir diken olmuş farketmez."
Müslim, Birr (2574). Bu metin Müslim'in metnidir. Tirmizi, Tefsir,
Nisa (3041).
Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: "Ayet(in hükmü)
Müslümanları çok üzdü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
şikayet ettiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şunu
söyledi..."
579 - Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu anh) buyurdu ki: "Ben
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanında oturuyor idim.
O'na şu ayet indirildi: "Kim fenalık yaparsa cezasını görür.
Kendisine Allah'tan başka ne dost ne de yardımcı bulur"
(Nisa, 123). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bana inen
bir ayeti sana okutayım mı?" dedi. Ben: "Pek tabii"
dedim. Bana onu okuttu. Sanki belimin ayrıldığını hissettim ve o
yüzden gerindim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Neyin
var, ne oldu Ey Ebu Bekr?" diye sordu. "Annem babam sana
feda olsun Ey Allah'ın Resûlü, dedim, hangimiz kötü amelde
bulunmaz ki, demek hepimiz işlediklerimiz yüzünden
cezalandırılacağız ha?" diye üzüntümü ifade ettim.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı: "Ey
Ebu Bekr, sen ve mü'minler, bunlar sebebiyle dünyada
cezalandırılıyorsunuz. Öyle ki Allah'a kavuştuğunuz zaman sizde
günah kalmaz. Diğerlerine gelince onlarınkiler biriktirilir,
kıyamet günü cezaları toptan verilir.
Tirmizi, Tefsir, Nisa (3042).
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder